Ticaret insanlık tarihi kadar eski bir faaliyettir. Geçmişten günümüze her insan doğrudan ya da dolaylı olarak ticaretin içinde yer almış, yeme, içme ve giyinme gibi temel ihtiyaçlarını birbirlerinin emeği ve üretimi sayesinde karşılamıştır. Yüce dinimiz İslam, kişiye kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin rızkını temin etmek için çalışmayı emretmektedir. Meşru alanda ve helal hassasiyeti gözeterek rızık temin yolunda gayret göstermeyi de nafile ibadet gibi değerli görmektedir. İnsan hayatı için vazgeçilmez bir işleve sahip olan ticaret, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de çok boyutlu bir şekilde ele alınmış, farklı kavramlarla ticaretin önemine dikkat çekilmiştir. Ticaret hayatının çizgileri ve ilkeleri belirlenmiş, söz konusu sınırlar ihlal edildiğinde yeryüzünde huzurun bozulacağı uyarısında bulunulmuştur.

Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim, ticareti sadece maddi ihtiyaçların karşılanmasını sağlayan dünyevi bir faaliyet olarak görmemiş, davranışların ahiretteki karşılığına vurgu yaparak ticarete sorumluluk, ceza ve mükâfat gibi açılardan uhrevi bir boyut kazandırmıştır. Öyle ki ahirete yönelik birçok hakikati, ücret, kâr, kazanç, zarar, ziyan, hasar, fidye gibi ticaretin kavramlarıyla dikkate sunarken iş ve ticaret hayatının ahlak zeminini ahiret bilinci ile tahkim etmiştir. Böylece, ticaretin esaslarını ihlal etmenin yeryüzünü adaletsizliğe sürüklediği gibi ebedî hayatın da kaybına sebep olacağı gerçeğini benimsetmek istemiştir. Kâr ve zararın sadece dünyaya ait maddi parametrelerle belirlenemeyeceğini, ahireti kazanmak için dünyada erdemli davranışlar sergilemek gerektiğini hatırlatmıştır. Nitekim Rabbimiz Fatır suresinin 29. ayetinde “Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı özenle kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için gizli açık harcayanlar, asla zararla sonuçlanmayacak bir ticaret umabilirler.” buyurmuştur. Tüm bu yönleri ile dinimiz, dünyevi ve uhrevi huzurun teminatı olarak her şeyde olduğu gibi ticarette de dürüstlük, sadakat, hakkaniyet, cömertlik, kanaat, ahde vefa, müsamaha, adalet, karşılıklı rıza, ölçü ve tartıda hassasiyet gibi evrensel ilke ve değerleri öne çıkarmıştır. Diğer yandan yalan, hile, aldatma, zorlama, karaborsacılık, rüşvet, faiz gibi haksız, gayriahlaki ve meşru olmayan muameleleri de şiddetle yasaklamıştır. Allah Resulü, insani ve ahlaki değerlere riayet ederek ticaret yapanları övmüş, “dürüst ve güvenilir Müslüman tüccarın cennette peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacağının müjdesini” vermiştir. (Tirmizi, Büyu’, 4.)

Yüce Rabbimiz rızık peşinde koşmanın, üretmenin ve tüketmenin yol ve yöntemlerini ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s) kadar her bir peygamberin helal kazanç peşindeki çabalarının örnekliğiyle öğretir. Bu doğrultuda insanlığa en güzel örnek kılınmış Allah Resulü’nün (s.a.s.) hayatına baktığımızda adalet ve hakkaniyete bağlı ticaretin en güzel örnekliğini görmekteyiz. O, aynı zamanda Müslümanları ticaret yapmaya teşvik etmiş, insanları dürüst ticaret yapmaları hususunda sürekli uyarmıştır. 

Allah Resulü (s.a.s.), vahyin ortaya koyduğu hakikatler doğrultusunda Medine’de ticarete yeni bir düzen getirmiştir. Ümmetine ticaret yaparken sadakat ve hakkaniyetten ayrılmamalarını emretmiş, yalan ve yeminle ticaret yapmalarını yasaklamıştır. Diğer taraftan müminleri zekât vermeye, infakta bulunmaya, hayır işlemeye teşvik ederek özellikle toplumları tarih boyunca felakete sürüklemiş olan faize alternatif olarak zorda ve darda kalana yardım için karz-ı hasenin yolunu göstermiştir. Allah’ın rızasını kazanmak ve uhrevi bir ecre talip olmak için güzel bir borç verme anlamına gelen karz-ı hasen, zorda kalanın ezilmesine ve servetin zenginlerin elinde toplanmasına engel olan bir davranıştır.
Geçmişten günümüze insanlığın iş ve ticaret hayatını kuşatan tüm olumsuzlukların temelinde İslam’ın hassasiyet gösterilmesini istediği ahlaki değerlerin örselenmesi ve ötelenmesi vardır. Ticaret hayatında, meşruiyet ve helal bilinci ötelendiğinde, en büyük zararı yine insanlar görmekte, ahlaki ilkeleri hiçe sayan bir ticaret tercihi âdeta güçlünün zayıfı sömürdüğü bir araca dönüşebilmektedir. Nitekim bugün dünyanın bir tarafı çılgınca tüketip lüks ve israf içinde yaşarken diğer tarafının açlık, sefalet ve yoksulluğa mahkûm edilmesi bunun açık bir örneğini oluşturmaktadır.   

Küresel ölçekte gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve ekonomik buhranlar karşısında insanlık, İslam’ın çalışma, rızık ve ticaret ahlakına muhtaçtır. Çünkü diğer iktisat teorilerinin aksine İslam’ın ticaret anlayışının özünde sadece kazanç yoktur. Bilakis kârdan daha çok iyiliğe, güzele, merhamete, yardımlaşmaya ve hakça paylaşıma davet vardır. İslam’ın güzelliklerini insanlıkla buluşturma gayesi ve gayreti vardır. Nitekim geçmiş asırlarda Müslümanlar, Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Kafkaslara kadar ticaretlerinde gösterdikleri doğruluk ve dürüstlükleri ile İslam’ı tanıtmış ve toplumların İslam’ı kabul etmelerine vesile olmuştur. Zira ticaret bir alım satım akdinin ötesinde kültürü, sanatı, edebiyatı, inancı bir yerden başka bir yere, bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya taşımak gibi bir amaca da hizmet etmektedir. Ticaretinde dürüst ve doğru olan hem ticaret yaptığı toplumda saygı görmekte hem de inanç ve değerlerinin benimsenmesini ve kabul edilmesini sağlamaktadır. Böylelikle ticaret, kendi sınırlarını aşan bir boyut ve anlam kazanmakta, tevhid, temsil ve davetin en önemli vasıtalarından biri hâline dönüşmektedir.

İçinde yaşadığımız dünyada bugün biz Müslümanlara düşen en büyük sorumluluk, gerek kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ticaretle ilgili emir ve yasaklarını, gerekse Sevgili Peygamberimizin ticaretle ilgili uygulamalarını hayatla buluşturmak; birliği, kardeşliği, refahı ve toplumsal huzuru temin için başta ticaret olmak üzere her alanda mümince bir şuur ve hassasiyeti kuşanmaktır. “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” nebevi mesajını her durum ve şartta ticaretimizin ve tüm hayatımızın vazgeçilmez ilkesi kılmaktır.