“Ey iman edenler, Allâh’tan O’na yaraşır şekilde ittika edin ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran, 102).
Takva; kuvvetli bir himayeye girerek korunmak anlamındadır. Bunun gereği olarak korkmak, kaçınmak, sakınmak ve çekinmek manalarına da gelir. Gerçek korunma, ancak Allâh’ın korumasına girmekle olur.
Takva; “Kişinin itaatte bulunarak nefsini Allâh’ın korumasına bırakması ve bu suretle, âhirette zarar ve elem verecek şeylerden kendini iyice korumasıdır.»
Takvâ, «İnsanı Allâh’tan uzaklaştıracak şeylerden uzak durmaktır.»
Takvâ, «Nefsin arzularını terk etmek ve yasaklardan uzak durmaktır.»
Takva; «Allâh’tan korkarak günahlardan kaçınmakta, Allâh’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermek, Allâh’ın himayesine girmek, emrini tutup azabından korunmaktır.”
Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi takvâ kelimesi; mümin insanın, Allâh'ın emir ve yasaklarına uyma konusunda titizlik göstermesi, yaşantısının her safhasında ölçülü ve tutarlı, dinî hükümler karşısında duyarlı olması anlamına gelmektedir.
Yukarıda zikrettiğimiz tanımlardan hareketle, Allâh'ın emirlerine karşı gelmekten sakınmaktır takva.
Hz. Ömer’in Übeyy b. Kâ’b’a takvanın ne olduğunu sorması özerine:
- Dikenli yolda hiç yürümedin mi?
- Yürüdüm.
- O zaman ne yaptın?
- Paçalarımı sıvayıp dikenlere basmamaya gayret ettim.
- İşte takvâ odur, cevabını vermiştir.
Âlimler genel olarak takvâyı üç mertebede değerlendirmişlerdir.
Birinci mertebe, insanın ebedi azaptan kendini korumak için Allâh’ı inkâr etmekten ve O’na ortak koşmaktan sakınmasıdır.
İkinci mertebe, büyük günah işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten uzak durup farzları yerine getirmektir. Dinî ıstılahta takvâ denilince daha çok bu mana kast edilmektedir.
Üçüncü mertebe ise kalbi Hak’tan alıkoyacak her şeyden uzak durup gönlü tamamen Yüce Mevlâ’ya bağlamaktır ki, bu mertebenin üst sınırı yoktur.
Hucurât sûresinin onüçüncü ayetinde, “Allâh katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” buyurmaktadır.
Bir hadis-i şerifte ise paygamberimiz (s.a.s); “Ben bir âyet biliyorum. Eğer insanların hepsi onu tutsaydılar hepsine kâfi gelirdi, buyurmuş ve “Kim Allâh'tan korkarsa, Allâh o kimseye bir çıkış yolu ihsan eder” (Talak, 2) ayet-i kerimesini okumuştur.
Ebu Hureyre’den gelen rivayetle, “Rasûlullah’a en ziyade neyin insanları cennete soktuğundan sordular: «Allâh'a takva ve güzel ahlak!» buyurdular.
Ateşe insanları en çok atan şeyin ne olduğu soruldu. «Ağız ve ferc!» buyurdular.
Rasulullah şöyle dua ederdi: “Allâh'ım! Nefsime takvâsını ver.”
Malum olduğu üzere her şeyin özelliği olduğu gibi muttakinin de bazı özellikleri vardır. Bakara suresinin ilk ayetleri, bu özelliklerin neler olduğunu şöyle beyan buyurmaktadır:
“O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allâh yolunda harcarlar.” (Bakara, 2-3)
İmam Malik anlatıyor:
“Bana ulaştığına göre, bir adam İbnu'z-Zübeyr’e şöyle yazdı: “Haberiniz olsun: Takva ehlinin bir kısım alâmetleri vardır ki, bunlar sayesinde kendileri bilinebilir, onlar da bunları bilirler:
Şöyle ki müttakî: (İhtilaf halinde) verilen hükme razı olur, nimetlere şükreder, belâya sabreder, dilinden doğru çıkar ve Kur'ân'ın ahkâmını kendine yol yapar.
Takva derecesine ulaşmak isteyen kişi Rasulullah’ın şu hadis-i şerifine kulak vermelidir:
“Şurası muhakkak ki haramlar apaçık bellidir. Helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanların çoğu bunu bilmez. Bu durumda kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de ırzını da korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur. Tıpkı koruluğun çevresinde sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa girebilecek durumdadır. Bilesiniz ki, her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allâh’ın koruluğu da haramlarıdır. Bilesiniz ki vücutta bir et parçası vardır. Eğer o sağlıklı olursa bedenin tümü sağlıklı olur. Eğer o bozulursa, bedenin tümü bozulur. Bilesiniz ki o kalptir.”(Buhari/Müslim)
Başka bir hadis-i şerifte, “Birbirinize haset etmeyin. Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için bir malı övüp fiyatını artırma yarışına kalkışmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyin. Sizden bazınız diğer bazınızın alış verişi üzerine alış verişe girişmesin.” buyurmaktadır.
Rasulullah, başka bir hadislerinde şöyle ferman buyurmuştur:
“Ey Allâh'ın kulları! Birbirinizle kardeşler olunuz. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Müslüman Müslüman'a zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zamanda onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Takva işte budur.” Rasulullah (a.s), “takva işte budur” sözünü üç defâ tekrarlamış ve her seferinde de eli ile göğsüne işaret etmiştir. (Müslim)
Hiç kuşku yok ki yaşantımızın her alanında ayet ve hadisler ışığında hareket eden biz Müslümanların ahirette mükâfatının olacağını Allâh bize bu Âyet i Kerimelerle müjdeliyor:
“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allâh'ın katındadır.”
“(Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allâh'ın hoşnutluğu vardır. Allâh kullarını çok iyi görür.” (Ali-imran, 14-15)
“(O yurt,) girecekleri, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardır. İşte Allâh, takvâ sahiplerini böyle mükâfatlandırır. (Onlar,) meleklerin, “Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin” diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.” (Nahl, 31-32 )
“Rabbinizin bağışlamasına ve genişliği göklerle yer arası kadar olup, Allâh’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.” (Al-i İmran, 133)
Allâh cümlemizi muttaki kullarından eyleyip, muttaki kulları zümresinde haşretsin.