Resûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yedi yaşında biat eden ve terikesine binme şerefine eren bir bahtiyar!..

HİCRET HATIRASI

“Bahrü’l-cûd” cömertlik denizi ve “kutbü’s-sehâ” cömertlik kutbu diye anılan bir muhabbet eri genç sahabi!.. Efendimiz’in amcası Ebu Talib’in torunu ve Hazreti Ali’nin radıyallahu anh yeğeni bir yiğit kahraman!.. O, Müslümanlara ilk hicret hatırasıdır. Bir hicret çocuğu olarak Habeşistan’da doğdu. Babası Cafer-i Tayyar radıyallahu anh, annesi Esmâ binti Umeys el-Has‘amiyye radıyallahu anha’dir. Abdullah Bin Cafer radıyallahu anh Müslüman bir yuvada büyüdü. Ailesi önce Habeşistan’a sonra Medine’ye hicret etti. Yedi yaşlarında iken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e biat etti. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz onunla yakından ilgilendi. Her gördüğü yerde onu okşayıp sevdi. Bu yakın alakayı gösteren şu tatlı hatırayı Abdullah Bin Cafer radıyallahu anh kendisi naklediyor:

“-İyi hatırlıyorum, ben ve Hazret-i Abbas radıyallahu anh’ın iki oğlu Kusem ile Ubeydullah çocukken bir gün sokakta oynuyorduk. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz bir binekle yanımıza çıka geldi. Beni göstererek: «−Şunu bana kaldırın!» dedi ve beni ön tarafına oturttu. Kusem’i de göstererek: «−Şunu da kaldırın!» dedi. Onu da terkisine aldı. Sonra üç defâ başımı okşadı ve her okşayışında; «Allâh’ım! Câfer’in evlâtlarına Sen sâhip çık!» diye duâ buyurdu.” (Ahmed, I, 205; Hâkim, III, 655/6411)

ÇOCUK YAŞTA YETİM KALDI

Abdullah Bin Cafer radıyallahu anh’ın babası Cafer-i Tayyar radıyallahu anh, Mûte Savaşı’nda şehit düşmüştü. İki Cihan Güneşi Efendimiz hemen evlerine geldi ve aile efradına baş sağlığı diledi. Çocuklarıyla yakından ilgilenip acılarını paylaştı. Onlara maddi ve manevi destek vererek gönüllerini teskin etmeye çalıştı. Hâne-i saâdetlerinde yemek hazırlatıp gönderdi. Efendimiz’in bu muhabbet ve hizmetini, Abdullah Bin Cafer radıyallahu anh’ın annesi şöyle anlatır:

Hazret-i Câfer’in zevcesi Esmâ binti Umeys radıyallahu anha der ki:

“Câfer ve arkadaşları şehît oldukları zaman, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi. O gün kırk deri tabaklamıştım. Ekmeklik hamurumu yoğurduktan sonra çocuklarımın yüzlerini yıkamış, başlarını tarayıp yağlamıştım. Allah Resûlü bana:

«–Ey Esmâ! Câfer’in çocukları nerede?» buyurdu. Onları bağrına bastı, öptü ve kokladı. Bu esnâda gözlerinden yaşlar akmaya başladı:

«–Yâ Resûlallah! Anam babam sana fedâ olsun! Niçin ağlıyorsun? Niçin yavrularıma, yetimlere yaptığın gibi muâmele ediyorsun? Yoksa Cafer ve arkadaşlarından acı bir haber mi geldi?» dedim.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem-: «–Evet! Onlar bugün şehît oldular!» buyurdu.

«–Vâh efendim! Vâh Cafer’im!» diyerek feryâd etmeye başladım.

Efendimiz kalkıp kızı Fâtıma’nın yanına gitti ve onlara: «–Cafer âilesi için yemek yapın! Onlar bugün başlarına gelen acıyla meşguller» buyurdu.

Cafer radıyallahu anh’ın ailesine üç gün yemek götürüldü. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi, Câfer’in evine üç gün uğramadı. Sonra yanlarına vardı ve şu tavsiyede bulundu:“–Kardeşime ağlamayınız artık! Bugünden sonra kardeşimin evlâtlarına bakmak bana âittir!” buyurdu.

Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh bir çocuk olarak babasının şehit düştüğü gün, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in kendilerine gösterdiği yakın ilgi ve davranıştan çok etkilenmişti. Mübarek elleriyle başlarını, yanaklarını sıvazladığını hiç unutmadığını söyleyerek o günü şöyle nakletmektedir:

“Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, bizi kuş yavrusu gibi evine getirtti. Hemen çevresindekilere hitaben: «–Bana bir berber çağırın!» buyurdu. Berber gelip başımızı tıraş etti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaldırdı ve: «Allah’ım! Cafer’in ev halkına hayırla halef ol! Abdullah’ın elini, alışverişte bereketli kıl!» diyerek duâ etti ve bunu üç kere tekrarladı. Annemiz gelince bunu ona anlattım. O da çok sevindi. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz anneme hitaben: «–Sen bu çocukların geçim ve bakımları hakkında hiç endişelenme! Dünyada ve âhirette onların velîsi benim!» buyurdu.” (Ahmed, I, 204-205; Ebû Dâvûd, Tereccül, 13/4192; İbn-i Hişâm, III, 436; Vâkıdî, II, 766; İbn-i Sa’d, IV, 37)