Abdullah Bin Huzafe, İslâmın yayılmaya başladığı ilk günlerde müslüman oldu. Mekke döneminin çileli hayatını yaşadı. İkinci muhacir kafilesiyle Habeşistan'a gitti. Sonra Medine'ye hicret etti. Bedir ve diğer gazvelere iştirak etti.
KİSRA'NIN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ
O, hicrî altıncı yılda İran elçisi oldu. Efendimiz o yılda komşu devlet başkanlarına mektuplar yazarak elçiler göndermeye başladı. Onları İslâm'a davet etti. İran hükümdarı Kisra'ya hitaben yazdığı mektubu da onunla gönderdi. Bizzat eliyle vermesini tenbih etti. O da Efendimizin emrini yerine getirdi ve kendi eliyle mektubu Kisra'ya verdi. Kisra Arapça bilen bir kâtip çağırtıp mektubu okuttu. Kâtib ilk cümleleri okumaya başlayınca Kisra çok sinirlendi ve: "O, benim kölemken nasıl bu şekilde bana hitab eder?" diye bağırdı, çağırdı. Kâtibin elinden hiddetle mektubu çekip aldı. Hatta bir kısmını yırttı. Elçiyide salondan dışarıya çıkarttı. Mektub şöyle başlıyordu:
"Bismillahirrahmanirrahim.
"Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!..
Hidayete uyup doğru yolu tutanlara, Allah'a ve resûlüne iman edenlere, Allah'dan başka hiçbir ilâh olmadığına, O'nun eşi, ortadığı bulunmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet getirenlere selâm olsun!..
Ben, seni Allah'a imana dâvet ediyorum! Çünki ben, akıllıları uyarmak, kâfirleri de azap ile korkutmak için Allah'ın bütün insanlara göndermiş olduğu Peygamberiyim!.. Öyle ise müslüman ol, selâmet bul! Davetimden yüz çevirirsen, bütün mecûsilerin günahı senin boynuna olsun!"
Abdullah Bin Huzafe (r.a) dışarı çıktı ve hayvanına binip Medine yolunu tuttu. Medine'ye varınca İki Cihan Güneşi Efendimize durumu anlattı. Kisra'nın çok öfkelendiğini, hatta kâtibin elinden mektubu çekip alırken bir kısmını yırttığını söyledi. Bunun üzerine Efendimiz: "Onlar da parça parça olsun." buyurdular.
Hiddetinden, kibir ve gururundan ayakları yere değmeyen, Kisra, Yemen valisi Bazan'a bir mektup yazdı. Güçlü-kuvvetli iki kişi gönderip Peygamber olduğunu söyleyen o adamı yakalayıp getirmelerini emretti. Bazan iri yarı iki kişi seçti ve derhal yola çıkardı. Medine'ye varan kaba-saba herifler sevgili Peygamberimizle görüşüp mektubu verdiler. Efendimize tehditler savurarak:
"Biz seni Kisra'ya götürmek için geldik. Eğer bizimle gelirsen, Kisra sana kötülük etmez. Gelmezsen onun güçlü olduğunu seni ve halkını yok edebileceğini bilirsin. Senin kavmini de yok eder. Memleketini de yakar yıkar!" dediler.
İki Cihan Güneşi Efendimiz bu kabalıklarına ve kof sözlerine karşı gülümsedi ve hiçbir şey demeden onları İslâm'a davet etti. Bir gece misafir kalmalarını istedi. Halbuki onlar kendileriyle gelip gelmeyeceği konusunda cevap bekliyorlardı. Efendimiz onlara: "Siz istirahat edin. Yarın sabah size ne yapmak istediğimi haber veririm" buyurdu. O gece Allah Teâlâ Kisra'ya oğlu Şireveyh'i musallat kıldı ve onu öldürdü. Sabah olunca elçiler huzura çıkarıldılar. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz onlara: "Artık bugünden sonra Kisra ile hiç görüşemeyeceksiniz. Allah ona oğlu Şireveyh'i musallat kıldı ve o da babasını öldürdü." buyurdu.
Bazan'ın adamları şaşkınlık içerisinde ne diyeceklerini bilemediler, inanamadılar. Efendimizden tekrar sordular. "Evet öyle!.. Bir daha Kisra ile görüşemeyeceksiniz." cevabını alınca Yemen'e döndüler. Valiye olup bitenleri anlattılar. Efendimizin: "Benim dinim yakında Kisra'nın devletinin eriştiği yerlere erişecektir. Eğer Bazan müslüman olursa Yemen'e hükümdar yaparım" dediğini de unutmadılar. Bu hadiseler karşısında hayretler içerisinde kalan vali merakla beklemeye başladı. Kısa bir müddet sonra Şireveyh'den bir mektup geldi. Onda: "Kisra'yı öldürdüğünü haber veriyor ve kendisine itaat edilmesini istiyordu." Yemen valisi mektubu okudu ve yırtıp attı. İki Cihan Güneşi Efendimiz'in verdiği haber doğru çıkınca müslüman oldu. Halkı da hep birlikte İslâm'a girdiler.
BAŞI ÖPÜLESİ BİR KAHRAMAN
Abdullah İbni Huzafe(r.a) çok cesur ve kahramandı. İmandan aldığı gücü her yerde gösterirdi. Hz. Ömer (r.a) devrinde Suriye fethine katıldı. Çok büyük kahramanlıklar gösterdi. Savaşta çarpışırken Bizans kuvvetlerine esir düştü. Bizans kralı müslüman askerlerinin kahramanlıklarını, Allah ve Rasûlü için canlarını nasıl fedâ ettiklerini çok duymuştu. Bunun için adamlarına: Müslüman bir esir aldıklarında öldürmemelerini ve sağ olarak kendisine getirmelerini emretti. Abdullah İbni Huzafe (r.a)'ı esir alan Bizans askerleri onu öldürmeyip hükümdarlarına götürdüler.
Bizans kanunlarına göre bir esir, kurtulabilmesi ve hürriyetine kavuşabilmesi için Hristiyan dinine girmesi şarttı. Yoksa ateşde yakarlardı. Abdullah İbni Huzafe (r.a) bu kanuna uymadı. Bizans Kral'ı ile karşılıklı bire bir konuştu. Şöyle ki: Kral ona "Eğer Hristiyan olursan. Seni serbest bırakırım, sana ikramda bulunurum" dedi. Abdullah çok sert ve kesin bir ifadeyle: "Benim için ölmek, teklif ettiğin şeyden bin defa daha iyidir." dedi. Kral: "O halde seni öldüreceğim!" dedi. Kral büyük bir ateşin yakılmasını emretti. Esirlerden birini Abdullah'ın gözü önünde o kızgın alevlerin içine attı. Son olarak ona: "Arkadaşının durumuna düşmek istemiyorsan Hristiyanlığı kabul et!" dedi. Abdullah "Vücudumun tüylerinin herbiri birer Abdullah olsa onları ayrı ayrı ateşe atsanız yine Hak yoldan asla dönmem." dedi.
Bizans kralı bu kesin cevap karşısında hayretler içinde kaldı. Bu sefer Abdullah'a karşı teklifi yumuşattı. Dedi ki: "Başımı öpersen serbest bırakırım." O da: "Bütün müslüman esirleri de serbest bırakır mısın?" dedi. Kral: "Evet!" dedi. 80 kadar kardeşinin serbest bırakılma müjdesini alan Abdullah Kral'ın alnını öptü. Bütün müslüman esirler serbest bırakıldı. Hep birlikte Medine'ye geldiler. Abdullah ibni Huzafe (r.a) başından geçenleri Hz. Ömer (r.a)'a tek tek anlattı. Halifenin gözleri yaşardı. Onun yiğitliğini, kahramanlığını, iman coşkusunu, kardeşlerine düşkünlüğünü ve onları kurtarma konusundaki firasetini tebrik etti. Kalktı başından öptü. Ayrıca ona: "Her müslümanın, Abdullah İbni Huzafe'nin başını öpmek vazifesidir." diyerek iltifatta bulundu.
Abdullah İbni Huzafe (r.a) Hz. Osman (r.a) devrinin son yıllarında Mısır'da vefat etti. Cenab-ı Hak'tan şefaatini niyaz ederiz. Amin.