Orucun asıl amacı ve faydası nedir? Az yemenin, açlığın ve oruç tutmanın 10 faydası.

Az yemekte, bilhassa açlık ve oruçta on güzel haslet vardır:

AÇLIĞIN VE ORUÇ TUTMANIN FAYDALARI 10 MADDE

Açlıkta kalp safâsı ve hâfıza kuvveti; toklukta ise ahmaklık ve unutkanlık olur.

Açlıkta kalp rikkati olur; duâ ve ibâdetlerden haz ve feyz alınır. Toklukta ise kalp katı olur ve ibâdetten zevk hâsıl olmaz.

Açlıkta gönül yumuşaklığı, inkisar ve tevâzû; toklukta ise taşkınlık, gurur, kibir ve övünme olur.

Açlıkta fakir ve açlar düşünülür. Toklukta ise bunlar unutulur, düşünülmez olur.

Açlıkta şehevî ve nefsânî istek ve arzular kırılır. Toklukta ise nefs-i emmâre kuvvet bulur.

Açlıkta vücut zinde ve uyanık bir hâldedir. Toklukta ise uyku ve gaflet ağır basar.

Açlıkta ibâdet ve kulluğa devam etmek kolaydır. Toklukta ise tembellik ve gevşeklik olur.

Açlıkta beden sıhhatli olur. Toklukta ise vücut yıpranır ve hasta olur.

Açlıkta bedende hafiflik ve ferahlık; toklukta ise ağırlık ve atâlet olur.

Açlıkta sadaka vermeye, îsar ve infâka şevk gelir. Bu da kulu kıyâmet gününün dehşetli sıcağında serin bir gölgeliğe nâil kılar. Toklukta ise, ya cimrilik ya da müsriflik ortaya çıkar. Bu da kulu mânen helâk eder.

ORUÇ TUTUNUZ Kİ SIHHAT BULASINIZ

Yani tokluk, nefsânî arzuları tahrîk ederken; açlık, -aşırıya kaçmadıkça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir.

Hâsılı oruç, insanın her bakımdan sıhhatli olmasını sağlar. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Oruç tutunuz ki (madden ve mânen) sıhhat bulasınız!” (Heysemî, III, 179)

Açlıkla kazanılan maddî-mânevî sıhhat ve hasletlere işaret eden en kâmil mesned şudur: Cenâb-ı Hak, peygamberlerini nübüvvetin feyzini almaya oruçla hazırlamıştır. Onlar mânevî kemâlâtın zirvesine ulaşınca bir süre insanlık âleminden uzaklaşmış ve kendilerinde melekî vasıflar tecellî etmiştir. Böylece kalpleri ve dimağları, ilâhî vahyin feyziyle dolup taşmıştır. Meselâ;

ORUCUN ASIL AMACI VE FAYDASI

Sina Dağı’nın pek kıymetli peygamberi Hz. Mûsâ (a.s.) Tevrat nâzil oluncaya kadar kırk gün kırk gece oruç tutmuştur.

Sair Dağı’nın mukaddes peygamberi Hz. Îsâ (a.s.) da İncil’den ilk kelâmı duyuncaya kadar, kırk gün kırk gece oruç tutmuştur.

Hz. Muhammed (s.a.s.) de Kur’ân-ı Kerîm nâzil olmaya başlamadan önce, uzun süre Mekke yakınındaki Hira Mağarası’nda yalnız başına kalmış ve günlerini muhtelif ibâdetlerle geçirmiştir. Sonunda Cibrîl’in sesinden müjdesini almış ve ilâhî feyizlerin nûru, gönlüne doğmaya başlamıştır.

Yine Mîrâc’a çıkıp Cenâb-ı Hak ile keyfiyeti bizce meçhul olan husûsî bir görüşmeye nâil olmadan evvel, müşriklerin üç sene devam ettirdikleri ambargo boyunca şiddetli açlığa ve muhtelif sıkıntılara sabrederek rûhî kemâlâtın zirvesine yükselmiştir.

Bu hakîkatler de gösteriyor ki orucun asıl gâyesi ve faydası mânevîdir. Dolayısıyla oruç, bir ibâdet olduğundan, sırf o gâye ile tutulmalıdır. Onun yalnız zâhirî faydaları gâye hâline getirilirse, oruç, ibâdet olmaktan çıkar. Yani oruçlarımızda mide dolgunluklarını önlemek, kilo vermek gibi gâyeler olmamalıdır. Böyle oruçlarda rızâ-yı ilâhî düşünülemez. Allah için tutulan oruçlarda ise bu gibi faydalar zâten kendiliğinden zuhûr eder.

Bu sebeple oruç tutan Müslüman, kalbî hayatını, nefsânî arzu, meyil ve düşüncelerden korumalıdır. Sadece yemek-içmek gibi bedenî temâyüllerden uzak durmakla kifâyet etmeyip gönül âlemini de gıybet, yalan, kin ve haset gibi her türlü süflî tavırlardan da muhafaza etmelidir.