Bize verilen bu kısacık hayatla ebedî bir hayatı nasıl satın alacağız? Bire bir, bire on, bire yüz değil, bire sonsuz veren bir ticareti nasıl başaracağız? Metaı az, süresi kısıtlı, aldatıcı bir hayatla sonsuz hayatı kazanmayı nasıl başaracağız?

“Hayat’üd-dünya” Kur’an’da geçen bir ifade; birçok meal ve tefsirde “dünya hayatı” şeklinde tercüme ediliyor. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Efendi, kıymetli eseri “Hak Dini Kur’an Dili”nde bu ifadeyi “hayat-ı dünya” şeklinde sıfat tamlaması olarak kullanmayı tercih etmiş. Bu tercih ile ifade, “dünya hayatı” değil “dünya hayat” şeklini alıyor ki böylece hayatın niteliği, dünya kelimesinin yakın ve düşük şeklindeki anlamları ile belirginleşiyor. Hazret, “dünya hayat” ifadesinde dünya kelimesini hayatın sıfatı olarak görerek dünyada yaşadığımız hayatın asıl hayata nazaran kimliğini vurguluyor.

Bizim dünya diye kastettiğimiz yerin Kur’an’daki ismi arzdır. Arzın karşıt anlamlısı sema, dünyanın karşıt anlamlısı ise ahirettir. Dünya bir mekân olmaktan daha çok, esas hayat olan ahiretten önceki hayatı ifade eder. Ancak dünyanın arz ile irtibatı o kadar kuvvetlidir ki iki kavram çok zaman birbirinin yerine kullanılır. Neticede “dünya hayat”, arzda yaşanan bir hayattır. Dünya metaı, arzın içindekiler ve bitirdikleri ile doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla arz ile dünya birbiri ile eş anlamlı olmasa da ölümden önceki hayatı ve bu hayatın mekânını ifade eden iki benzer kavramdır.

Nasıl arz sema ile anlaşılır hale geliyorsa dünyayı anlamak da ahiret ile mümkündür. Yalnız ikisi arasındaki karşıtlık arz ile sema karşıtlığı kadar açık değildir. Dünya ve ahiret iki ayrı âlemdir. İkisinde de var olmak ve dirilik söz konusudur. Bu mânâda aralarında bir fark görülmeyebilir. Dünya kelimesinin yakın, ahiret kelimesinin sonra olan mânâları zımnen bunu ifade eder. Ancak iki âlemi birbirinden ayıran temel bir fark vardır ki o da ölümdür. Ölüm iki hayat arasını ayırmakla kalmaz, iki hayat arasındaki kıymeti de doğrudan belirler. Sonunda ölüm olan bir hayat değersizdir. Dünya hayatı, ne kadar şaşaalı, göz alıcı ve debdebeli olursa olsun mahdut bir hayattır. Ahiret hayatında ise ölüm yoktur. O yüzden “dünya hayat” ahirete göre değersizdir.

AHİRETİ DÜNYAYA TERCİH ETMEK

Her aklı başında insan sonunda ölüm olan bir hayata karşı ahireti tercih etmelidir. Kur’an’ımız dünya ile ahiret arasında yaptığı kıyaslarla bu telkini yapar. Buna rağmen “dünya hayat” tamamen yok sayılmaz. İnsanın dünyadan bir nasibi vardır, bunu unutmaması gerekir. Kıyaslarda bu mânâda dikkat çeken vurgu, “dünya hayat”ın hem metaının az olması hem de süresinin sınırlı olmasıdır. “Dünya hayat” ilk bakıldığında insanın gözünü boyayan ama netice itibarıyla aldatıcı, geçici ve istifadesi az bir hayattır. Değersiz bu hayata güven olmaz, hatta onun aldatıcılığından sakınmak gerekir. Oraya yönelen hakkı bırakıp batıla dalmış, oyun ve eğlencenin içine düşmüştür. Daha da mühimi kalıcı olanı bırakıp geçici olanı almış, bu açıdan da kaybetmiştir.

Peygamberimiz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Allahım esas hayat ahiret hayatıdır” (Buhârî, Rikak, 1) diye ifade ettiği bir dua ile “dünya hayat”a ait hakikatin en muhteşem mümessili olmuştur. Bu dua O’nun, fetih sonrası Mekke’ye başı önde, tevazu ile girerken de dilindedir, Hendek’te sahabeyi gayrete getirirken de…“Uhud dağı kadar altınım olsa üç günden fazla saklamazdım” (Buhârî, Zekât, 4) buyuran Canımız Efendimizin dünyaya bakışını ifade eden bir diğer teşbihi de şöyledir: “Benim dünya ile ilgim sıcak bir günde yolculuk ederken bir ağacın altında azıcık dinlenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcununki kadardır…” (Tirmizi, Zühd, 44)

DÜNYA HAYATI ALDATICIDIR

“Dünya hayat” aldatıcıdır. Onun ne ferahlığına aldanılır, ne darlığına… Hepsi geçicidir. Değil mi ki sonunda ölüm vardır, bu hayata bel bağlamak akıl kârı değildir. Ancak ebedî olanı kazanmak buradadır. Bu hayat esas hayatı kazanacağımız sermayemizdir. Ne yapacaksak, bir ağacın altında azıcık dinlenme miktarı kadar süresi olan bu hayatta yapmamız beklenmektedir. Kim olduğumuz, nereden gelip nereye gittiğimiz “dünya hayat”ta tahsil etmemiz gereken ana dersimizdir. Dahası bu dersi hayatımıza tatbik edip, ebedi hayatı kazanmak da yine “dünya hayat” süresince başarmamız gereken esas işimizdir.

AHİRETİ KAZANMANIN YOLLARI

“Dünya hayat” değersizdir, ama elimizde ondan başka bir şey yoktur. Ne verilecekse bu hayatla verilecek, eren, bu hayatta iken erecektir. Ebedî hayatın işaretleri, remizleri, rumuzları, sırları burada gizlenmiştir. O yüzden “dünya hayat” ciddiye alınması gereken bir yerdir. Buradaki hayatla ebedi hayatı satın almamız gerekir. Onu aldığımız gibi vermekten bahsetmiyoruz; çok daha zorundan, sınırlı bir hayatı sınırsız bir ticarete konu yapmaktan bahsediyoruz. Bize verilen bu kısacık hayatla ebedî bir hayatı nasıl satın alacağız? Bire bir, bire on, bire yüz değil, bire sonsuz veren bir ticareti nasıl başaracağız? Metaı az, süresi kısıtlı, aldatıcı bir hayatla sonsuz hayatı kazanmayı nasıl başaracağız, herkesin durup cevaplandırması gereken soru işte budur.

Rasûlullah Efendimiz Hayber’de sancağı Hz. Ali’ye verirken: “Allah’a yemin ederim ki, Allah Teâlâ’nın, senin sebebinle bir tek kişiye hidayet verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develerin olmasından (ve bunları tasadduk etmenden) çok daha hayırlıdır.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 9) buyurmuştu. Uzayan, uzadıkça düşmana hıncın arttığı bir savaşta fethe ulaşması beklenen komutana yapılan bu uyarı ne kadar dikkat çekicidir. İslam’ın dâvâsında maksat, zenginleşmek, güç kazanmak değildir; maksat, hidayetlere vesile olup başka hayatlarla zenginleşmektir. İşte bire mukabil sonsuzu almanın yolu budur. Bu yol; ateşten can kurtarmak, kıbleye adam döndürmek, birisinin daha Allah’la buluşmasına vesile olmak gibi başka hayatlara hayat vermek, bu hayatların sahiplerini Allah’ın sevdiği, kendileri de Allah’ı seven bahtiyarlara dönüştürmektir.