Cömertlik, eldeki imkanları meşru ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunmaktır.

İsar ise, cömertliğin ve özverinin zirvesi olarak, kişinin kendisi ihtiyaç duyduğu halde bir şeyi başkasına sunmakla, başka insanları kendine tercih etmektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de ise, pek çok âyette infak, îsâr, i‘tâ, it‘âm, ihsan, ikram, bezl gibi kelimelerle cömertlik erdeminin önemi üzerinde durulmuştur.

İslâm dini cömertliği bir fazilet olarak kabul edip yüceltmenin ötesinde onu bencil duyguların tatmin vasıtası olmaktan çıkararak Allah rızâsı ve insan sevgisinden oluşan ahlâkî bir muhtevaya kavuşturmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, malını Allah rızâsı için değil sadece insanlara gösteriş olsun diye harcayan kimselerin bu davranışlarının ahlâkî değer taşımadığını, yardımlaşmanın ancak insanlara iyilik etme (birr) ve Allah’a saygı gösterme (takvâ) niyetine dayalı olması gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. (bk. el-Bakara 2/264; el-Mâide 5/2; el-Leyl 92/1720). Kur’an’da cömertlik öncelikle Allah’ın sıfatları arasında gösterilmiştir. Allah sonsuz lutuf ve kerem sahibidir. (er-Rahmân 55/27, 78; el-Alak 96/3). O’nun bir adı da Kerîmdir (el-İnfitâr 82/6). Bundan başka Kur’an’da yer alan Rahman, Rahîm, Vehhâb, Latif, Tevvâb, Gaffar, Afuvv, Rauf, Hâdî gibi ilâhî isimler de Allah’ın cömertliğini değişik yönleriyle ifade eden isimleridir/sıfatlarıdır. Bir hadiste, “Allah cömerttir ve cömertliği sever.” buyurulurken “cömert” karşılığında Allah’ın isimlerinden biri olarak “cevvâd” kelimesi kullanılmıştır. (Tirmizî, “Edeb”, 41).

Hadis kitaplarında Hz. Peygamber’in cömertliğine dair pek çok rivayet yer almaktadır. Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik gibi ünlü sahâbîlerden nakledilen hadislerde Hz. Peygamber insanların en cömerdi olarak tanıtılmıştır. (bk. Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 5, “Ṣavm”, 7). Yine Enes b. Mâlik, Câbir b. Abdullah, Hz. Âişe gibi sahâbîler, Resûlullah’ın kendisine ihtiyacını bildiren hiçbir kimseyi geri çevirmediğini belirtmişlerdir. (bk. Müsned, VI, 130; Müslim, “Feżâʾil”, 56, 57).

Gerek Kur’an’da gerekse Sünnet’te cömertliğin ilâhî bir sıfat ve peygamberlerin de sahip oldukları üstün bir fazilet olarak kabul edilmesi, İslâm ahlâkçılarının bu konuya özel bir önem vermelerine yol açmıştır. Ahlâk kitaplarında geleneksel uygulama sürdürülerek diğer erdemler gibi cömertlik de israf ve cimrilik diye adlandırılan iki aşırılığın (rezîlet) ortası sayılmıştır. İsraf şahsî ve ailevî harcamalarda aşırılığa kaçmak, nefsin kötü arzularını tatmin etme uğruna insanî ve dinî hiçbir gaye gütmeksizin eldeki imkânları saçıp savurmak, cimrilik ise dinin ve örfün gerekli gördüğü yerlere harcama yapmaktan kaçınmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de müslümanlara her iki aşırılıktan da sakınarak harcamalarında ölçülü olmaları emredilmiştir (el-A‘râf 7/31; el-İsrâ 17/29; el-Furkān 25/67).

İslâm ahlâkına göre cömert olabilmek için başkalarına yardım etmek yeterli değildir. Ayrıca bu yardımın isteyerek ve seve seve yapılması gerekir (bk. el-Haşr 59/9). Çünkü diğer bütün ahlâkî faziletler gibi cömertlik de insanda bir huy ve meleke haline gelmekle kazanılmış olur. Bu sebeple ara sıra veya isteksiz olarak ya da zorla iyilik yapan bir kimse cömert sayılmaz. Buna karşılık iyilik yapma niyet ve iradesi taşıdığı halde bunu gerçekleştirme imkânına sahip olmayan insan cömert sayılır (Gazzâlî, III, 53, 58, 60). Cömertliğin meleke halini alması güçlü bir irade eğitimine bağlıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber’e hangi sadakanın daha değerli olduğu sorulduğunda, “Yaşama sevincin yerinde ve mala düşkün olduğun, zenginliği arzulamakta ve fakirlikten korkmakta bulunduğun zamanda verdiğin sadakadır.” diye cevap vermiştir (Buhârî, “Zekât”, 11). Cömertliğin diğer bir şartı da yardıma mukabil hizmet, mükâfat, övgü ve teşekkür gibi herhangi bir maddî veya mânevî karşılık beklememek (el-İnsân 76/8-10), gösterişten ve yardım edilen kimseyi rencide edecek tutumlardan dikkatle kaçınmaktır (el-Bakara 2/261-265). Ayrıca yardım olarak verilen malın gözden çıkarılan bir şey olmayıp sahibi nezdinde değer taşıması da cömertliğin şartlarındandır (el-Bakara 2/267; Âl-i İmrân 3/92).

İslâm ahlâkçıları yapılan hayrın miktarı, cinsi, hayır sahiplerinin malî imkânları, sosyal tabakalar arasındaki yerleri vb. açılardan konuya eğilerek cömertliği çeşitli tasniflere tâbi tutmuşlardır. Buna göre cömertliğin en alt derecesi, şeriatın farz kıldığı zekât ve ailenin geçimini sağlamak gibi görevlerin yerine getirilmesidir. Bunun ötesinde iyilik yapmak ise kişinin ahlâk ve faziletteki kemal derecesine bağlıdır. Bazı ahlâkçılar bu açıdan cömertliği sehâvet, cûd ve îsâr olmak üzere başlıca üç dereceye ayırmışlardır. Kişinin, imkânlarının çoğunu kendisine ayırarak azını hayır yolunda kullanmasına sehâvet, azını kendisine ayırarak çoğunu başkalarına ikram etmesine cûd, gerektiğinde kendisini tamamen mahrum bırakarak imkânını başkaları için kullanmasına da îsâr denir. Îsâr, Haşr sûresinin 9. âyetinden alınarak terimleştirilmiştir. Söz konusu âyette, hicretten sonra Medineli ensarın Mekkeli muhacirleri evlerine alıp mallarına ortak ederek yüksek bir cömertlik ve feragat örneği göstermiş oldukları övgüyle anlatılmaktadır.

Eshab-ı kiramdan da birine bir koyun kellesi hediye edildi. (Benden daha fazla ihtiyacı olan vardır) diyerek o da bunu, bir başkasına verdi. Kelle, aynı şekilde yedi kişiyi dolaştıktan sonra tekrar ilk veren zata geldi. Böylece onun diğerlerinden daha muhtaç olduğu meydana çıktı.

İbn Kayyim el-Cevziyye, yapılan hayrın cinsi bakımından cömertliği on mertebeye ayırmıştır. Bunlar bedenî imkânlar, makam ve mevki, rahat ve huzur, ilim ve servet gibi maddî ve mânevî imkân ve kabiliyetlerin hayır yolunda kullanılmasından oluşur (Medâricü’s-sâlikîn, II, 305-308). Başka bir tasnife göre cömertliğin en mükemmeli Allah’ın cömertliğidir. Çünkü Allah hangi varlığın ne kadar ikrama lâyık olduğunu bilir ve o kadar ikram eder. Ayrıca O’nun ihtiyaçtan münezzeh olduğu için ikramından dolayı kulunu minnet altında bırakmak gibi bir gaye güttüğü de düşünülemez. İnsanlar arasında en çok cömert olması gerekenler ise yöneticiler ve zenginlerdir; onlardan sonra diğer sosyal tabakalar gelir (Râgıb el-İsfahânî, s. 294).

Günümüz dünyasında iyilik yapma ve başkasını kendine tercih etme (isar) davranışlarına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır. Biz de başkalarının iyiliklerini anlatmaktan ve seyretmekten öte kendi iyiliklerimizi başkalarına kanıtlamak durumundayız.