Sosyal medya, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Sabah uyanır uyanmaz elimize aldığımız telefonlarla ne kadar zaman geçirdiğimizi fark etmesek de, hepimiz birer dijital dünyada yaşıyor gibiyiz. Ancak bu dünyada gerçekten "var mıyız?" İşte, bu sorunun yanıtı giderek karmaşıklaşıyor.
Eskiden komşu sohbetleri, dost meclisleri, akraba ziyaretleri vardı. Şimdi ise ekranda hızlıca kaydırılan bir akış ve özensizce atılan “like”lar var. Peki, bu beğeniler bize bir şey hissettiriyor mu, yoksa hissediyormuş gibi mi yapıyoruz? Sosyal medya platformları, "sosyal" yönümüzü destekliyor gibi gözükse de aslında insanları yalnızlaştırıyor. Dijital dünyadaki popülerlik, gerçek dünyada anlamlı bir dostluk kadar kıymetli mi?
Dostluktan Tıklamaya
Birini arayıp hatır sormanın yerini, özel günlerde dahi bir emoji gönderip geçmek aldı. Belki de en derin duygu ve düşüncelerimizi “DM” kutularına hapsediyoruz, ama konuşmanın samimiyeti hiçbir zaman ekrana yansımıyor. Sosyal medya bize binlerce "arkadaş" kazandırsa da, içten ve gerçek bir dostu elimizden alıyor olabilir.
Kendimizi yalnız hissettiğimizde bir paylaşım yapıyoruz ve anında beğeniler, yorumlar yağıyor. Fakat bu kalabalık, samimiyetten uzak bir illüzyon yaratıyor. Belki de gerçek sorun, artık birbirimize zaman ayırmamamız. En kıymetli zamanlarımızı “görünür” olmaya harcarken “görülmeye” hasret kalıyoruz.
Peki, Ne Yapmalı?
Belki de “telefon detoksu” yapmak, ayda birkaç günü dijital dünyadan uzak geçirmek, eskisi gibi dostlarımızla bir kahve eşliğinde sohbet etmek bir çözüm olabilir. Ekran başında değil de bir masanın etrafında toplanarak anlamlı sohbetlere dalmak bizi yeniden sosyal kılabilir. Kim bilir, belki de daha az “tıklayarak” daha çok “hissetmek” mümkün olur.
Sosyal medya, insanların ruhuna dokunan değil, göze hitap eden bir araç. Evet, fotoğraflarımız belki çok beğeniliyor ama, en son ne zaman kalbimizi paylaşacak birine dokunabildik? İşte bunu sormamız gerekiyor. Kalabalığın içinde yalnızlaşmak yerine, samimi bağlar kurmanın yolunu tekrar keşfetmemiz gerek.