Din istismarı nedir?
“İstismar”, bir kimse ya da grubun iyi niyetini kötüye kullanmak, sömürmek anlamlarına gelir. “Din istismarı”, din sömürüsü yapmak, dine dair kavramlar ve değerler yoluyla insanları aldatarak maddî veya manevî çıkar elde etmek yani kendi menfaatleri için dini kullanmak demektir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), İslam dinini tebliğ ettiği süreçte üç tür insan tipiyle karşılaşmıştır. Bunlardan birincisi, onun getirdiği vahye gönülden inanan ve samimi bir şekilde onun çizdiği yolda yürümeye çalışan müminler. İkincisi, vahyi inkar ederek ona açıktan cephe alan ve düşmanca tavır sergileyen kafirler. Üçüncüsü de vahyi gerçekte kabul etmediği halde zahirde kabul eden ve İslam toplumunu içeriden yıkma amacı güden münafıklar. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu üç insan tipiyle farklı ilişki biçimleri geliştirmiştir. O, yirmi üç yıllık tebliğ hayatı boyunca Müslümanları yanına alarak onları eğitmeye ve örnek insanlar olarak yetiştirmeye çalışmış; kâfirlerle mücadele ederek onları hak yola getirmeye gayret etmiş; münafıkları ise isim isim deşifre etmemiş, ancak vahiy sayesinde öğrendiği karakteristik özelliklerini, ashabına anlatarak onlara karşı İslam toplumlarının uyanık olmalarını istemiştir. Asr-ı saâdetten günümüze kadar var olan ve olmaya devam edecek olan bu üç tipolojiden münafık tipinin teşhis edilmesi, İslam toplumlarının selameti açısından elzemdir. Bunun için Kur’an-ı Kerim’in münafıklarla ilgili ayetlerine ve siyer ve hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) onlarla mücadelesine bakmak yeterlidir. Söz konusu ayetlere ve asr-ı saadette yaşanan olaylara topluca bakıldığında münafıkların temel amacının, vahyi küçümsemek, Hz. Peygamber’in otoritesini sarsmak, Müslümanları birbirine düşürmek, düşmanla işbirliği yaparak Müslümanların mağlup olmasına çalışmak, Hz. Peygamber’in şahsı ve ailesiyle ilgili iftiralar atmak ve daha türlü desiselere başvurmak suretiyle İslam toplumunu içerden çökertmek olduğu net bir şekilde görülecektir. İslam tarihinin şahit olduğu nifak hareketlerinde din, daima bir istismar aracı olmuş ve münafıklar kendi şahsi ve kirli emellerini gerçekleştirmek adına dini tahrif ve tahripten geri durmamışlardır. Dolayısıyla her nifak hareketinin, aynı zamanda “dini metinleri tahrif” ve “İslam toplumlarını içeriden tahrip” hareketi olduğunu söyleyebiliriz. İslam tarihi bize göstermiştir ki; Müslümanların zaafa düşmesi ve sahip oldukları devletlerin yıkılması, harici düşmanlar sebebiyle olmamış, Müslümanları birbirine düşürerek fitne ortamı yaratan dâhili düşmanların hile ve desiseleriyle olmuştur. Bu nedenle İslam ümmetinin bekası ve selameti için bize düşen; tarihi olaylardan ders çıkararak haricî düşmanlarla nasıl mücadele ediliyorsa bizden görünüp haricî düşmanların güdümünde hareket ederek İslam’ı içerden yıkmaya çalışan din tahripçileriyle mücadele etmektir. Fakat münafıkların ikiyüzlü karakteri, ilkesiz duruşları, sinsi ve göstermelik tavırları onlarla mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Dolaysıyla bu mücadeleyi sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için nifak hareketlerinin temel karakteristik özelliklerini çok net bir şekilde tespit ve tahlil etmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde bu sinsi düşmanla mücadelede başarılı olunması mümkün değildir.(Hüseyin ARI, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı )

SAHİH DİNİ BİLGİNİN ÖNEMİ
Din Nedir?
Din kelimesi sözlükte; “âdet, hüküm, ceza ve itaat” gibi manalara gelir.
İslam alimleri dini farklı yönleriyle tarif etmişlerdir. Bu tariflerden bazıları şunlardır:
Din; akıl sahibi insanları, kendi irade ve arzularıyla, hayırlı, iyi ve güzel olan şeylere sevk eden ilâhî kanun; kemâle ermek için tutulacak en doğru yoldur.(Cürcânî, Ta’rîfât, "dîn" md.)
Din, insanın Allah ile, insanın diğer insanlarla ve insanın kâinat ve eşya ile olan ilişkilerini tanzim eden, ona yol gösterip kılavuzluk eden bir kurumdur.(Celal Kırca, "Din", (İslâmî Kavramlar), 184-187.)
Peygamberler aracılığıyla tebliğ edilen bu ilâhî kanun; yaratılışı ve yaratılış gayesini, ölüm ötesini, Yaratana ve yaratılmışlara karşı vazifeleri, hangi işlerin hayırlı, iyi, faziletli, hangi işlerin kötü ve zararlı olduğunu öğretir; insanlara, hidayet ve saadet yollarını gösterir. "Din, Allah'a ibadet, insanlara iyi muameleden ibaret" sözü, dinin tarifinin özü sayılabilir.(M. Asım Köksal, Dinî ve Ahlâki Sohbetler, I, 2.)
 Din Doğal Bir İhtiyaçtır:
Din duygusu ve dindarlık insanın doğasında mevcuttur. İnsan, din duygusuyla dünyaya gelen bir varlıktır. Evrensel bir olgu olan din, insanla beraber var olmuş ve insan oldukça da var olacaktır. Tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde az da olsa, dinsiz insana rastlamak mümkün olmakla birlikte, bugünekadar topyekûn bir toplumun dinsiz olduğuna tarih şahit olmamıştır. Toplumun bulunduğu her yerde mutlaka bir din bulunmuştur.
Batılı tarihçi ve ahlâkçı Plütarhos söyle demektedir: “Dünyayı gezip dolaşınız. Edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz şehirler bulabilirsiniz. Fakat mabetsiz, mabutsuz, duasız, kurbansız bir tek şehir, hiçbir vakitte görülmemiştir. Yeryüzü, en tenha köşelerine, bucaklarına kadar ibadet tezahürlerinden hiçbir zaman hâlî kalmamıştır.”
Fransız filozoflarından AuguesteSabatier “Dinler Felsefesi” adlı kitabında şöyle diyor.
“Ben ne için dindarım?” sorusunu kendine sorar sormaz şu cevabı alıyorum: Ben dindarım, çünkü başka türlü olamam; dindar olmak, varlığım ve benliğim için zorunlu bir ihtiyaçtır.
Bana diyorlar ki sendeki bu hal, ailenden mirastır. Ben de onlara diyorum ki; “Gerçi kendi kendime çok defalar bu yolda itirazlarda bulundum; bendeki din duygusunun anne ve babamdan geldiğini yahut yaradılışımın özel bir etkisi olduğunu söylemek istedim, fakat gördüm ki, bu gibi düşünceler, konuyu geriletiyorsa da çözmüyor.Acaba benden evvelkilere ve onlardan öncekilere bu duygu nereden geldi? Sorusu karşıma çıkıyor ve buna cevap bulamıyorum. Bununla beraber, kişisel hayatımda görmekte ve duymakta olduğum din ihtiyacını; kişinin sosyal  hayatında kuvvetli ve en büyük kuvvet olarak görmekteyim. Çünkü dinin eteğine sarılmak hususunda o da benden geride değildir.
O halde din duygusunu tamamen aileye, çevreye ve eğitime bağlamak, konuya gerçekten çözüm getirmiyor. Bu sadece doğuşta insanda var olan bu duygunun yönlendirilmesini sağlar.”
Dinin Önemi:
Ferd içinde toplum içinde en önemli konuların başında hiç şüphe yok ki din gelir. Çünkü din, insanın düşünce ve davranışlarını yönlendiren bir disiplindir. İnsan sadece et ve kemik yığınından ibaret bir varlık değil, ruh ve cisimden oluşan seçkin bir yaratıktır. Bu her iki yönünün de pek çok arzu ve istekleri vardır.  İnsan ne bedeni ve ne ruhi ihtiyaçlarını ihmal edemez. Bedeni ihtiyaçları ile ilgilenmemesi sağlığını yitirmesine, ruhi ihtiyaçlarını görmezden gelmesi de üstün bir varlık olma özelliğini kaybetmesine sebep olur.
İnsan ruhunun sınırsız istekleri vardır. Bu isteklerinin, dünyada karşılanması mümkün değildir. Ruhun ölümsüzlük isteği vardır, halbuki bütün canlılar için ölüm muhakkaktır. Bu herkesin bildiği bir gerçektir. Ama ruhun bu isteğinin karşılandığı bir yer olmalıdır. Bu da ancak Allah’a ve ebedi hayata inanmakla mümkündür. İşte bunu bize öğreten dindir. O halde insanın gerçek mutluluğunu ancak din sağlar. İnançsız insanlar ölümden çok korkarlar, çünkü ölmekle yok olup gideceklerini sanırlar. Dindar insanlar ise ölümün bir yer değiştirme olduğunu ve ebedi hayata ancak bu yolla ulaşılacağına inanarak ölümü normal bir olay olarak karşılarlar.

Dinin Ferdi Faydaları:
İnsana şuurlu bir hayat yaşama imkânı sağlar.
İnsanın değerini yüceltir.
Ondan bencillik duygusunu ve gururunu kaldırır.
Fedakârlık, iyilik ve adalet duygularını geliştirir.
Hakkı sevmeyi ve korumayı öğretir.
Kişiyi karamsarlıktan ve ümitsizlikten kurtarır; iyimserlik ve kararlılık kazandırır.
Sadece Allah’ın huzurunda eğilmeyi ve sadece ona kul olmayı öğretir.
 Dinin Toplum Açısından Önemi:
İnsan doğuştan medenidir, toplum halinde birbirleriyle yardımlaşarak ve dayanışarak yaşarlar.
Birlikte yaşamak durumunda olan insanların birbirlerine karşı bir takım hak ve görevleri vardır. Bir insanın birlikte yaşadığı insanlara karşı saygılı olması, görev ve hak anlayışına bağlıdır. Çünkü insan çoğu kez aşırı isteklerinin etkisinde kalarak kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünemez. Bunun için insanı başkalarına karşı görevlerini yerine getirmeye ve onların başkalarına karşı saygılı olmaya mecbur edecek bir etkene ihtiyaç vardır, o da «din»dir Bunun için din, sadece ferdin değil toplumun hayatını da olumlu şekilde etkileyen bir kurumdur.
Dindar olan kimselerden oluşan toplumda suç işleme oranı daima düşük olacaktır. Yapılan istatistikler bunu teyit etmektedir.Dinine bağlı toplumlarda işçi-işveren münasebetleri en iyi seviyede bulunur. Çünkü işçi alacağı ücreti helal etmek için işini gereği gibi yapar. İşveren de işçiye karşı olan yükümlülüklerini en iyi şekilde yerine getirir.
Kamu görevinin söz konusu olduğu her yerde Devlet Memurluğunda, ticarette, sanatta görev yapan dindar insan, üstlendiği göreve hıyanette bulunmaz. Kimseye hile ve haksızlık yapmaz, hak etmediği bir ücreti almak istemez. Böylece toplum fertleri birbirleriyle barış ve dayanışma içerisinde bulunur. Birbirlerine karşı sevgi ve saygıda kusur etmezler.