Sözlüklerde “iki aşırı tutum ve davranış arasındaki orta hal” şeklinde tanımlanan i‘tidâl bu genel tanım çerçevesinde “orta halde bulunma, ölçülü olma, denge, düzgünlük, doğruluk” şeklinde açıklanmıştır; Her fazilet bir denge ve normal tavırdır. Bundan sapma ya fazlalık ya da eksiklik yani aşırılık sayılır. İster fazlalık isterse eksiklik şeklinde olsun her aşırılık bir sapmadır. Kur’an’da ve hadislerde itidalli olmanın önemine çokça işaret edilmektedir. İtidal üzere olmanın zıddı olan aşırılık yasaklanmaktadır. Aşırı dünyevîleşme reddedildiği gibi din ve ibadet adına dahi olsa dinin uygun görmediği bir şekilde bütünüyle dünya işlerinden kopacak kadar aşırılığa sapmak da yasaklanmaktadır.
Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık.” (Bakara, 2/143) buyurarak Müslümanları “vasat bir ümmet” olarak niteler. Vasat ümmet “ifrat ve tefritlerden korunarak inancında, ahlâkında, her türlü tutum ve davranışlarında doğruluk, dürüstlük ve adalet çizgisinde kalmayı başaran dengeli, sağduyulu, ölçülü, insaflı ve uyumlu nesil, toplum” anlamına gelir. Buradaki “vasat” kelimesi, “hem maddî ve bedensel tutkulara kapılmaktan, zevk ve sefahate dalmaktan hem de bedensel ve dünyevî ihtiyaçları büsbütün reddederek bir tür ruhbanlık hayatına kendini kaptırmaktan korunan” şeklinde de açıklanmıştır. İslâm’dan önceki dönemlerde genellikle yahudiler ve müşrik Araplar gibi bazı toplumlar mâneviyattan büsbütün uzaklaşarak dünyevîleşmişler, materyalist bir hayat anlayışına sapmışlardı. Hıristiyanlar, Mecûsîler ve çeşitli Hint tarikatlarına mensup bazı topluluklar da dünyevî ve bedensel lezzetlere büsbütün sırt çevirerek kendilerini koyu bir ruhaniyete kaptırmışlardı. Ayrıca Hıristiyanlar Hz. İsa’yı ilahlık makamına çıkararak insanüstü varlık olarak görmüşlerdir. Bununla alakalı olarak Allah; “Ey ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin. Mesih ancak Meryem'in oğlu İsa'dır. (O) Allah'ın Resulüdür. De ki ey ehl-i kitap! Dininizde haksız yere haddi aşmayın sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın.” (Maide 51/77) buyurmaktadır. İslâm dini ise bütün bu aşırılıkları reddederek itidalli ve dengeli bir din ve dünya anlayışı getirmiş ve bu anlayışa uygun bir toplum yapısı gerçekleştirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde ahlâkî eğilimlerde, huylarda, tutum ve davranışlarda ifrat ve tefrit yönündeki sapmalar yerilmiş, bu hususta itidalli davranmanın önemine işaret edilmiştir. Harcamalarda (İsrâ 17/29; Furkān 25/67), yeme ve içmede (A’raf 7/31), dünya ve âhiret işlerine yönelmede (Bakara 2/201), dostluk ve düşmanlıkta (Bakara 2/193-194; Mâide 5/8), cezalandırmada (Bakara 2/178; Nahl 16/126) aşırılığı yasaklayan âyetler Kur’an’ın itidale verdiği önemi gösteren örneklerden bazılarıdır. Ayrıca sık sık tekrar edilen “sırât-ı müstakim” tabiri de genellikle inançta, ahlâk ve yaşayışta her türlü yanlışlık ve aşırılıklardan uzak, doğru, dengeli ve orta yol olarak açıklanmıştır.
İslam aşırılığı, şiddeti, ifratı, tefriti ve gevşekliği kabul etmeyen ölçülü bir dindir. Bu durum dinin bütün sembol ve ibadetlerinde açıkça kendini gösterir. Bundan dolayı Hz. Peygambere (s.a.v), ashabına ve müminlere ilahi bir itidal vurgulaması yapılmıştır. Bu da iki şekilde ortaya çıkmaktadır: Bu konuda Yüce Allah (c.c.), “O halde seninle beraber tevbe edenlerle emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O sizin yaptıklarınızı da çok iyi görendir.” (Hud, 112) buyurmuştur. Bunun anlamı, istikametini hak yola tutturarak sımsıkı sarıl. Bu hak yolda ilerlerken kendine fazladan sorumluluklar yükleyip haddini aşıp aşırılığa kaçmadan istikametten ayrılmamaya gayret et demektir. Peygamber (s.a.v) hac ibadetinden bir bölümünü ashabına öğrettiğinde, onları aşırılıktan sakındırarak daha önceki toplumları helake sürükleyen sebebin aşırılık olduğu konusunda uyarır ve şöyle buyururdu: “Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler dinde aşırılıkları sebebiyle helak olmuşlardır.” (İbn Mace, 3029).
Kur’an-ı kerimde “Ey imanedenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve(Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.”(el-Maide 5/88)buyrulmaktadır. Bu ayetin iniş sebebi olarak zikredilen olaylardan biri şudur: Hz. Peygamberineşlerinin yanına gelerek Onun ibadetleri hakkında bilgi almak isteyen üç kişi kendilerineanlatılanı azımsamışlardır. Hz. Peygamber bütün geçmiş ve gelecek günahları bağışlandığıhalde bu şekilde ibadet ediyorsa bizler çok daha fazla ibadet etmeliyiz şeklinde düşünmüşlerdir.Bu kişilerden birisi gece boyu namaz kılmaya, ikincisi sürekli oruç tutmaya, üçüncüsü isekadınlardan uzak kalarak evlenmemeye niyetlenmiştir. Bunu duyan Allah Resulü (s.a.v)Allah’tan en çok korkan ve takva sahibi olanın kendisi olduğu halde bu ibadetleri abartıyakaçmadan dengeli bir şekilde yaptığını ifade etmiştir. En sonunda ise sünnetinden yüz çevireninkendisinden olmadığını söylemiştir. (Buhari, Nikah, 67/1) Ayrıca konumuzla ilgili hadis-i şeriflerden örnek olarak; “(İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. (Buhari Rikak 18) “İşlerin en hayırlısı orta olanıdır. (Beyhaki , Nihaye 5 / 184) “Sevdiğini ölçülü sev, belki günün birinde buğz edersin; Buğz ettiğin kişiye de ölçülü ol, belki günün birinde sevdiğin kişi olur. (Tirmizi Birr 60) “Aşırılık gösterenler helak oldu.” (Müslim, İlim, 7) gibi birçok hadis-i şerif zikredilebilir.
Aşırılık, insanın kendi nefsi isteklerinin önüne geçemeyip hakikati tekeline almaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda bu durum Kur’an ve sünnet ölçüsünden de uzak durmak manasını taşımaktadır. Kur’an’da Rahman’ın has kullarının itidal üzere oldukları ifade edilmektedir. (Furkan 25/67). O halde Allah’ın has kullarının arasına girmek aşırılıklardan kaçmayı gerektirmektedir. Bu kulların arasına girebilmek ise Hz. Peygamberin örnek hayatını anlamakla mümkündür. Çünkü Kur’an’ın yasakladığı hususları Hz. Peygamber de yasaklamaktadır. Aşırı uç olarak gördüğü davranışlar konusunda insanları uyarmakta ve hiçbir zaman Kur’an’ın ölçü sınırlarını aşmamaktadır. Söz ve davranışlarında itidali bırakıp aşırılığa kaçanların helak olduğunu (Müslim, Sahih, İlim, 47/4 ) ifade buyuran Peygamberimiz ifrat ve tefrite düşen kimselerin dinden uzaklaştığını ve her şeyin fazlası ya da eksiğinden ziyade sürekliliğinin önemli olduğunu buyurarak her hususta itidal üzere olup haddi aşmamayı da öğütlemektedir. Dolayısıyla İnsanın dinini gerçek anlamda yaşayabilmesi ve “sırat-ı müstakim” üzere kalabilmesi Allah’ın koyduğu çizgiyi aşmamasıyla mümkündür. Bu çizgiye riayet etmeyip uçlarda kalmayı tercih etmek itidal sınırından uzaklaşmak anlamına gelmektedir. Neticede bu durun insanı kendi fıtratına ters düşürmektedir. İtidal üzere olmak ise insanı ulaşması gereken en güzel yere yani rıza-i ilahiye ulaştırmaktadır.