Dünya hayatı Kur’an’da genellikle ahiret hayatı ile birlikte anılmış, bazen ikisi arasında karşılaştırma yapılarak ahiret hayatının üstün olduğu belirtilmiştir. Kur’an’a göre ahiret hayatı için salih amelleri engellemeyen ve aksatmayan dünya hayatı, meşru bir nimet hatta bir saadettir.Çünkü dünya hayatı ebedi hayatın kurtuluşuna ve Allah’ın rızasına götüren geçici bir imtihan durağıdır. Nitekim Müslümanların “Rabbimiz! Bize dünyada da Ahirette de iyilikler ver.” (Bakara, 201) diye dua etmeleri tavsiye edilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette Peygamber’e ve Müslümanlara hitap edilirken, dünya ve ahiret mutluluğu birlikte vurgulanmış ve bu durum Allah’ın özel bir lütfu olarak zikredilmiştir. Çünkü dünya mutluluğu ile ahiret mutluluğu birbirinin zıttı değildir. Ahiretin mutluluğu ve kurtuluşu, dünya ve ahiret dengesini sağlamaktan geçmektedir.

Hakikat nazarı ile bakıldığında dünya hayatı bir nimettir. Allah yeryüzünü, insanoğlu için sayısız nimet ve imkanlarla donatmış olup, tüm bu nimetleri ve imkanları insanlar için cazip hale getirmiştir. Yüce Allah, bu nimet ve imkanlara ulaşıp istifade etmeyi belli bazı ilahi kurallara bağlamıştır. Helal dairede kalmaya, helalden kazanıp helal işlerde sarf etmeye, Allah hakkına ve kul hakkına titizlikle bağlı kalmayıemretmiştir. Bu ilahi çağrıya uyarak dünya hayatında ilahi ölçüler içinde yaşayanlar için dünya hayatı ilahi bir nimettir.

Dünya hayatı bütün olarak bir nimet ise, “Ben iman ettim” deyip Müslüman olmak ise bu dünya ve içindeki bütün nimetlerin en büyüğüdür. “Ben Allah’a Resulüne ve tebliğ ettiği vahye inanıyorum, ben ehli imanım, ben Müslümanım” demek, insanoğlu için en yüce ve en şerefli teslimiyettir. İslam, Müslüman'ın izzet ve şahsiyetidir. Dünya hayatını Kur’an ve sünnet ölçüleri ile yaşayıp iman lezzetini tatmış her Müslüman; dünyayı ebedi hayatın kazanılmasına vesile, cennet ve cemallullaha kavuşturan bir imtihan sahası olduğunun farkındadır. Her bir Müslüman'ın bu dünyada en büyük vazifesi, İslami izzet ve şahsiyetini korumak, inandığını dünya hayatına yansıtmak, olduğu gibi görünmek ve göründüğü gibi olmaktır.

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı ? Yoksa kalpleri kilitli midir?” (Muhammed, 24)

Peygamber efendimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

“Size iki şey bıraktım, onlara sarıldığınız müddetçe asla sapıtmasınız. (Bunlar) Allah’ın kitabı (Kur’an) ve Resulullah’ın sünnetidir.” (et-Tac, 1. 47)

Müslüman'ın görevi, dünyasını ve şahsiyetini bu ölçülerle oluşturmaktır. Müslüman şunu bilmelidir ki Allahın razı olacağı bir dünya hayatı Resulullah’ın sünnetine uymaktan geçmektedir. Allah ve Resülü’ne tam bir  teslimiyetle dünya hayatını yaşamak, Müslüman’ın başlıca görevidir.

Yüce rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar iman ettik demekle terk edileceklerini  ve sınava tabi tutulmayacaklarını zannediyorlar.” (Ankebut, 2)

“İman edip güzel amel edenlere gelince, insanlarının en hayırlısı onlardır.” (Beyyine, 7)

O halde imansız ve ibadetsiz geçen bir hayat Allah’ın razı olacağı bir hayat değildir. Bu itibarla “Dilimizin, ellerimizin ve ayaklarımızın şahitlik edeceği” (en-Nur, 24) bir hesap gününe doğru gittiğinin farkında olan Müslüman olarak, yan çizmeden, bahane aramadan “kalbim temiz, yaşım genç” demeden dünya hayatımızı  tam bir teslimiyet  ve sadakatle disiplin altına almak zorundayız. İmtihan hikmetiyle bu dünyada var olan insan, beşik ile mezar arasında geçen zamanın kıymetini iyi bilmek zorundadır. Yaratılışın gayesi  kulluğun en güzel göstergesi olan  ibadet hayatının temeli olan namaz, inanmış ruhları devamlı diri tutan rabbani bir kuvvettir. Namaz ile günün belirli vakitlerinde  yaratıcısı ile iletişim kuran insan ruhu, mükemmel bir huzur bulur ve canlılık kazanır. Bu gerçeği Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle ifade buyurmuşlardır:

“Namaz dinin direğidir. Kim namazı terk ederse dini  yıkmış olur.” Günlük planında namaza yer vermeyen bir bireyin hayatında ve evinde  gerçek fazilet de bereket  de huzur da  yoktur. Öyleyse yaşadığı her günün hesabını verecek olan  Müslüman,  günlük planında  ibadetlere mutlaka hassasiyet gösterecektir.

Müslüman'ın geçici dünya hayatında ikinci bir hassasiyeti, helal ve haram hassasiyetidir.                 İslam’a  göre, kişinin bir başkasına muhtaç olmadan hayatını sürdürmesi ve aile fertlerinin nafakasını   temin etmesi esastır. Bu maksatla helal ve meşru yoldan kazanç temin etmek, iş ve ticaret hayatının içinde bulunmak övgüye layık bir durumdur. Resulullah (s.a.v) bir sabah ashabı ile sohbet ediyordu. O sırada kuvvetli bir genç erkenden iş yerine doğru geçti.    Ashaptan bazıları onun hakkında şöyle dedi: “Ey Allahın Resulü! Keşke gençliğini ve gücünü Allah yolunda değerlendirseydi.” Resulullah onlara şu cevabı verdi: “Öyle demeyin! Şayet bu genç küçük çocuğunun ihtiyacını temin etmek için gidiyorsa o Allah yolundadır, Eğer yaşlı anne babasının ihtiyacını temin etmek için gidiyorsa bu kişi Allah yolundadır.  Eğer kendi iffetini korumak için gidiyorsa o Allah yolundadır. Fakat bu kişi insanlara karşı gösteriş ve övünmek için çalışıyorsa şeytanla beraber ve şeytanın yolundadır.” Peygamberimizin buyurduğu gibi; üstteki el alttaki elden daha hayırlıdır. Allah rızasının, kul hakkının ve helal-haram  hassasiyetinin gözetilmediği her türlü alışveriş ise dinimizce yasaklanmıştır. Rabbim cümle ehli imana iffeti ile helal dairede rızkını kazanmayı nasip etsin.

Müslüman'ın geçici dünya hayatındaki üçüncü hassasiyeti ise  aile fertlerinin  terbiyesi için gayret göstermesidir. Çocuklarını Allahın razı olduğu bir hayata hazırlamalı; onların dini, ilmi ve ahlaki hayatlarını yüceltmek; onlara iyiyi, güzeli ve doğruyu  öğretmekle  mükellef olduğunun  bilincinde olmalıdır.

Müslüman'ın, geçici dünya hayatındaki dördüncü hassasiyeti ve en önemlisi nefis muhasebesi yapmaktır. Hz. Ömer (r.a) bu esası şöyle ifade etmiştir: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz , tartılmadan önce amellerinizi tartınız” ve büyük  huzura çıkmaya hazır olunuz. Müslüman yaptığı her işin ve ağzından çıkan her sözün  hesabını yapacaktır. Samimi Müslüman, başkalarının kusurunu araştırıp gıybetini etmek yerine daima kendi kendini sorguya çeken, sürekli dünya ve ahiret dengesinin hesabını yapandır. Yaşadığı her günün ve saatin hesabının sorulacağına inanan Müslüman, her an emanetini teslim etmeye ve hesabını vermeye hazır olmalıdır. Rabbim cümle ehli imana, dünyada ve ahirette iyilikler ve güzellikler lütfeylesin, imtihan sahası olan dünya hayatında da hidayet ve takva nasip etsin.