İnsan, her daim saygıya, sevgiye ve değer verilmeye layık bir varlıktır. Allah’ı neden sevmeliyiz? Sevgi nasıl tesir eder? En güzel infak nasıl yapılır? Salih Zeki Meriç’in kaleminden infakların en güzeli...
Muhabbet, Cenâb-ı Hakk’ın insanın özüne yerleştirdiği ulvi bir özelliktir. Rabbimiz varlık âlemini yaratırken bir muhabbet zemini üzerine var etmiştir. İnsanın, onu anlamlı kılan ve varlık âleminde en kutsal varlık olmasına sebep olan yönü, Rabbimizin insanoğlunu kendi ruhundan var etmesidir. İnsan, her daim saygıya, sevgiye ve değer verilmeye layık bir varlıktır.
SEVGİNİN TESİRİ
Sevgi, insanın ve aynı zamanda eşyanın adeta kimyasını değiştiren bir iksir gibi, elle tutulmayan, gözle görülmeyen ancak hissedilen bir hakikattir. Maddi anlamda yaratılan varlıklar gibi sevgi de Allah’ın yarattığı ve insanlara ikram ettiği bir nimettir. Sevginin insanın kalbine ve tüm azalarına yerleştirilmesi Allah’ın kudretinin bir tecellisidir. Allah’a inanasın veya inanmasın, her insanın içinde olan bu duygu, insan dışında yaratılan hayvanatta, nebatatta da vardır ve onlar da bir muhabbet duygusu ile varlıklarını sürdürürler. Hatta insan gibi muhakeme etme özellikleri olmadığı için hayatların içgüdü olarak ifade edilen merhamet veya nefret zemininden devam ettirirler.
Bir aslanın kendi yavrusuna olan şefkati onun içine konulmuş sevgiden ileri gelirken, bir ceylan yavrusunu parçalaması yine Allah’ın ona verdiği vahşi bir duygunun neticesinde meydana gelmektedir. Dünyaya daha yeni gözlerini açan bir bebeğe annesinin yüreğinden gelen muhabbet, dağ başında doğum yapan yabani bir hayvanın yavrusuna duyduğu sevgi, bahçesinde çiçeklerine su veren bahçıvanın taşıdığı duygular yahut yemek yapan bir aşçının yemeği yaparken taşıdığı hisler nasıl ki yaptığı yemeğe aksediyorsa bütün varlık âlemi aslında bir sevgi zinciri ile birbirine bağlanmış vaziyette bu dünyada anlam kazanıyor.
ALLAH’I NEDEN SEVMELİYİZ?
Rabbimiz şu ayet-i kerimede O’nu neden sevmemiz gerektiğini çok açık bir şekilde beyan buyuruyor:
De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Allah, çok bağışlayıcı'dır, çok merhametlidir. (Al-i İmran, 31)
Müminin Rabbine olan sevgisi, Allah’ın en sevgili kulu olan Efendimiz (s.a.v.)’e ittiba etmekten geçiyor. Rasûlullah’a itaat etmeden, onun sevgi iklimine girmeden Allah’a vasıl olmak mümkün olmuyor. Efendimiz’in Rabbimiz katındaki değeri, Kur’anî ifadelerde kedini buluyor. Rabbimiz O’na olan muhabbetinin bir izharı olarak, Rasûl, Nebi, kavramlarını kullanıyor. Habîb kavramı direk Kur’an’da geçmese de İslam kaynaklarında Efendimiz için en çok kullanılan sıfat Habîb yani Allah’ın sevgilisi ifadesidir. Habîb, Arapçada sevgili anlamına geliyor. Bu ifade aslında İslam Medeniyeti’nin hangi zemin üzerine inşa edildiğini de bize ifade etmektedir.
Kur’an- Kerim’de Efendimizin hangi vasıflarla ifade edildiğini ortaya koyan birçok ayet-i kerime vardır. Fahr-i Kâinât Efendimiz’in, Hak katındaki ulvî makâmına delâlet eden âyet-i kerîmelerin bir kısmı şöyledir:
“(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107)
“Rasûl’e itaat eden Allâh’a itaat etmiş olur...” (Nisâ, 80)
“(Rasûlüm) Muhakkak ki Sana bey’at edenler ancak Allâh’a bey’at etmektedirler…” (Fetih, 10)
Öte yandan İslam Tarihi’nde Efendimize olan muhabbetin tezâhürü olan Nât-ı Şeriflerin yazılması da yine bir sevgi ve muhabbet duygusundan ileri gelmektedir. Dünyada kendisine en çok sevgi ifadesi kullanılan Efendimizden başka bir insan gelmemiştir.
Peygamber Efendimizin etrafında adeta ışığın çevresinde dolaşan kelebekler gibi pervane olan sahabe-i kiram’ın O’na olan sayısız muhabbet örnekleri mevcuttur. Daha doğru bir ifade ile sahabe-i kiramın varlık sebebi adeta peygamberimize duydukları muhabbetti. O yüzden bir söze başlayacakları zaman ‘‘Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah’’ diye başlıyorlardı. Ve Rasûlullah’ın hangi emri, isteği arzusu olursa olsun canlarını feda edecek derecede onu yerine getirmek için birbirleri ile yarışıyorlardı.
İslam’ın bidâyetinden günümüze kadar baktığımız zaman bağrı yanık nice şâir, yazar, edebiyatçı, düşünce insanı, hatta devlet başkanı, hep Allah Rasûlü’nün sevgisini terennüm etmişlerdir. Bu sevgi terennümü, kimi zaman İslam mimarisine, kimi zaman şiirlere, şarkılara konu olmuş kimi zaman Mevlâna gibi Yûnus gibi insanlık âleminin ortak sevgi ifadesi olarak yüzyıllar boyu boynumuzda taşıdığımız sevgiden oluşan şeref serlevhası olmuştur. Onlar ümmetin ortak duygularını en güzel bir şekilde ifade etmişler ve ilhamını Rasûlullah’tan alan bir sevgi medeniyeti kurmuşlardır.
İslam, başlıbaşına bir sevgi ve muhabbet medeniyetidir. İslam’ın var olduğu her mekânda, her gönülde sevgi vardır ve olmalıdır. İslam insanının kalbinden sevgi taşmalıdır. Müminin gözlerinden sevgi akmalıdır. Müminlerin yaşadıkları yerlerde eminlik, sükûnet olmalıdır. Bu ideal anlamıyla hep böyle olmuştur ve böyle olmalıdır. İslam’ın mücessem hale geldiği Müslüman, etrafına bunu tevzî etmeli, mümin kendisine bakıldığı zaman, her hali ile konuşması, yürümesi muâmelâtı ile bir sevgi çağlayanı halinde olmalıdır. Dolayısı ile bugün maddenin kıskacında sıkışmış kalmış insanlığa verilebilecek en büyük hizmet sevgi hizmetidir. Bugün yaşadığımız toplumda birçok hadise olumsuz ve eksik kalıyorsa doymadığımız bir sevgi, göremediğimiz bir muhabbetten dolayıdır.
Mümin önce kendine, sonra ailesine, sonra en yakınlarına ve yaşadığı topluma sevgisini infak şuuru ile harcamalı. Maddi anlamda yaptığımız her bir infakımızdan daha önemlisi, bir insanın yüreğine dokunmamız, bir insanın gönlünü kazanmamız değil midir? Belki maddi manada verdiğimiz bir dünyalık o insanın bir derdini çözebilir, ancak ona gösterdiğimiz sevgi onun ruhunu imar eder, diriltir, kendine getirir.