Allah’ın yarattığını değiştirmek ise insanın kendisine ihanetidir. Bize lâyık görüleni beğenmeyerek tağyire yeltenmek, kendimizi bile bile ateşe atmaktır. Bu, Allah’ın lâyık gördüğü şerefi yok saymaktır. Şeref sadece bir ahitle muhatap alınmamız değildir; şeref aynı zamanda, bize biçilen fıtratın Allah’ın fıtratı olması hakikatidir.

Allah şeytanı lânetlediğinde o, “Kullarından belli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara kaptıracağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” (Nisa, 119) demişti. Ayetin son kısmında yer alan değiştirmek, “tağyir” kelimesinin karşılığı olarak gelmiştir. Tağyir, Kur’an’ımızda yine değiştirmek kelimesi ile karşılanan tebdil, tecdit, tahrif, tedavül, tasrif gibi kavramların arasında en dikkat çekici olanlarından bir tanesidir.

“Gayr” ile akraba bu kelime Arapça’da diyet vermek anlamına da gelir. Diyet, bir fiilin karşılığı bedel ya da yerine geçendir. Tağyir, şeklin değişmesi veya alternatifinin ihdas edilmesi şeklinde iki türlü olabilir. Her iki halde de tercih edilenin, yerine geçirilenden daha iyi olduğu farz edilir. Şeytan’ın insanı saptırmak için emredeceğini söylediği bu fiil Kur’an’da yukarıdakinden başka iki yerde daha (Rad, 11 ve Enfal, 58) geçer ve iki ayette de aynı sosyolojik hakikate atıf yapılır.

Buna göre insanlar nefislerindekini değiştirmedikçe Allah da onlar hakkındaki hükmünü değiştirmez. İyi ahlâk ve hâl sahibi olup bunu devam ettirenlerin üzerindeki nimetler devam eder. Ahlâkı fenalıkla, iyiliği kötülükle, adaleti haksızlıkla değiştirenlerden nimet, izzet, imkân ve itimat çekilip alınır. Şeytanın insanlara emredeceği tağyir; bir sapma, bozma ve başkalaşmaya işaret eder. Bunun nasıl olabileceğine ilişkin müfessirler farklı yorumlarda bulunmuşlar, bir kısmı Allah’ın yarattığı şekli değiştirme ve görünüşle oynamanın tağyir olduğunu ifade etmiştir. Çoğunluk ise; tağyiri, zikredilen anlamı da içine alacak şekilde, Allah’ın dinini bozmak şeklinde anlamıştır. Buna da şu ayet delil göstermişlerdir: “O halde sen, batıl dinlerden uzaklaşarak yüzünü ve özünü, hak din olan İslâm’a yönelt. Yani Allah’ın insanları yaratmasında esas kıldığı o fıtrata uygun hareket et. Allah’ın bu hilkatini kimse değiştiremez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğunluğu bunu bilmezler.” (Rum, 30)

FITRATI BOZMAK DEĞİŞTİRMEK YARATANI İNKAR VE YARATANA İSYANDIR

Yaratılanı değiştirmek, fıtratı bozmaktır. Fıtrat, modern tabiri ile fabrika ayarımızdır. Bu, dinin de üzerinde neşv ü nemâ bulacağı zemindir. Herkes dünyaya bununla gönderilir. Âlemlere Rahmet Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunu bir hadislerinde şöyle ifade ederler: “Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra ebeveyni onu hristiyan; yahûdi, mecûsî yapar. Eğer anababası Müslüman iseler, çocuk da Müslüman olur.” (Buhâri, Cenâiz, 79; Müslîm, Kader, 23- 25) Fıtrat, hanif olan dinin toprağıdır. Haniflik, her türlü şirkten berî, arı ve duru inanışı ifade eder. Allah’ın insanı yarattığı aslî ve tabiî hal olarak fıtrat, bozulmamış ve çevrenin tesiriyle değişmemiş saf inanışı filizlendirir, dolayısıyla dinin kendisi kadar mühimdir. Fıtrat; aslımız, potansiyelimiz ve işlememiz gereken cevherimizdir. Din ise bu mevzudaki imkânımız, Rabbimizin üzerimizdeki en büyük nimetidir. Biz dünyaya O’nu tanımaya geldik. Bunu özümüzdeki mânâyı bularak, nefsimizi tezkiye, kalbimizi tasfiye ederek yapacağız. Fıtrat bu mânânın saf halidir. Dünyaya geldiğimiz gün fıtratımızın en arı ve duru halidir. Hayata dâhil oldukça bu saflık örselenir. Seçimlerimiz ve çevremiz fıtrata müspet ya da menfi tesir eder. Dünya pazarına sunulmuş tertemiz fıtratı Sahibine tertemiz döndürmeyi başarmak zorlaşır. Fıtratı muhafaza ederek yaşayan selim bir kalbe sahip olur. Bu kalp selamet yurduna davet edilen, itminana ermiş nefsin kalbidir. Ne malın, ne de evladın fayda vermediği günde bizden istenen selim bir kalptir. Fıtratın duruluğu ile başlayıp selamet yurdu ile nihayete eren seyrin nasıl olacağını, ancak din tarif ve tespit eder. Fıtrat fabrika ayarlarımız ise din fabrika rehberidir. Fabrika çalışmadan üretim yapılamaz. Bu fabrikada ne üreteceğimiz ya da nasıl yaşayacağımız biricikliğimizle alâkalıdır. Fıtratın, amelimizin güzelliği ve sürekliliği açısından korunması gerekir. Salih amel işleyen ve fıtratı muhafaza eden, hem dinini korur, hem de Allah’ın razı, insanların memnun ve özünün mutmain olduğu bir hayata muvaffak olur. Din, âyetin ifadesiyle “kayyim” olan dindir; delile ve hüccete dayanır. Bu açıdan asla tağyir kabul etmez, çünkü ilim ve akılla desteklenmiştir. Şeytanın “yaratılışı bozma” telkini, dini bozmayı hedefler. Dinin bozulması fıtratın bozulması ile başlar; çünkü fıtrat, dinin üzerine bina edildiği temeldir. Şeytan’ın “kullarından alacağım pay” diye tarif ettiği güruh, sadece Allah’ın yarattığını değiştirmekle kalmaz; boş kuruntularla hayat sürer, başkalarını da bununla kandırır ve hayvanların kulaklarını yarar ki bunların hepsi son tahlilde Allah’ın dinini tağyire girer. Buna, insanın fıtratına ihaneti de diyebiliriz. Bir diğer ifade ile bu, Rabbimizle Bezm-i Elest’te yaptığımız ahdi inkârdır. Ümniyye kavramı ile anlatılan boş kuruntular, nefsin temenni ettiği arzular ve herhangi bir temeli olmayan inanç ve beklentileri ifade eder. Allah’ın dini ve fıtratı ile ortaya koyduğu kesin hakikat yanında insan, şeytanın fısıltıları ve dünya hayatının cazibesi ile alternatif bir mantık kurgusu üretir ve sonra kendi söylediği yalana dönüp inanan çoban gibi bu mantığı benimser. Örümcek ağı kadar zayıf bu kurgu ilk bakışta çok tutarlı gözükür ama bir nefeslik canı vardır. Ne var ki insanlar çürük vehim, zan ve hayallerinin peşinden giderler de elmas kıymetindeki hakikatleri görmezden gelirler. İşte bu, Rabbimizin bize haber verdiği o ahdin hakikatini kendi vehim, zan ve hayalleriyle değiştirme ihanetidir.