“Yaratan Rabbi’nin adıyla oku.” (Alak / 1.)

Hz. Peygamber’in (a.s) şahsında, insanın ilahi vahye mazhar oluşunda duymuş olduğu ilk emir, ilk esas, okumaktır. İnsan taallümle tekemmül eden bir varlıktır. Öğrendikçe bilgin olur, öğrendikçe mükemmelleşir. Zira, okudukça öğrenme yeteneği ve fıtratına sahip tek varlık da insandır. Okumanın ehemmiyet ve önemini Kur’an’ın ilk emirden anlayabiliriz. Peygamber Efendimize ilk vahiy ‘Oku!’ emriyle olmuştu. Okumak; ama neyi? Ortada okunacak bir metin yokken Allah Rasûlün’den okuması istenmişti. Evet; oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! Dağları, denizleri; yıldızları, bulutları, gözünün iliştiği her ne varsa oku. Bak nasıl sabah-akşam demeden muntazam bir vazifeyi yerine getiriyorlar ve bak nasıl da yaratanı zikretmekten geri kalmıyor, nasıl da kendilerine çizilen afâki bir yörüngeden sapmadan dönüyorlar.

Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! Bir yaprağın dökülüşü ardından düştüğü yerden nasıl da başka bir suretle tekrar ve tekrar yaratıldığını oku! Birbirini kovalayan ve her birinde hudutsuz çeşit tat ve meyvelerle birbirini kovalayan mevsimleri oku! Kışın soğuk hengamesi sonrasında üstünde tek bir libası kalmayan kuru ve ağaç gövdelerinin ilkbaharda nasıl da süslenip kokulandığını oku! Şu fenni ilimleri, şu şaşmaz matematiksel hesapları oku! Şu kanında akan damarların nereye aktığını, her adımında gösterdiğin kuvvet ve iradenin nasıl husûle geldiğini oku!

Tüm ilimlerin kaynağı okumak ve bilmektir. İnsan bilmek ve tanımak adına yaratılmıştır. Zira Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor, “İlim öğrenmek her Müslüman üzerine farzdır.”(İbn Mâce, Mukaddime, 17) Bu hadisten de anlıyoruz ki, öğrenmeyen ziyandadır. İnsanın ömrünün sonuna kadar öğrenmekle yükümlü olması, birçok dal ile şekilleniyor. Özellikle günümüzde bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle her ilim ve bilim dalı yüzlerce kısma ayrılmış, bir insan kendi temel eğitimi dışında en fazla bir veya iki alanda mütehassıs olabileceği bir durum oluşmuştur. Yine bilim ve teknolojinin etkisiyle, uzaklar yakın hale gelmiştir. Misâl verecek olursak; dünyanın herhangi bir yerinde bir buluş veya keşif gerçekleşecek olsa, bütün insanlar bu bilgiye anında ve çok rahat ulaşıp, istifade edebiliyor. İnsanın teknolojiyle her bilgiye ulaşması ve her bilgiyi elde etmesi güzel olmasına karşın günümüz problemlerinden birkaçını ortaya çıkarıyor: Donanımlı ve Ahlaklı Öğretici…

Öğretici olmak nebevi bir vazife ve kutsal bir görevdir. Bu hakikati Hz. Peygamber şu şekilde ifade etmektedir: “Ben bir öğretmen olarak gönderildim.” (İbn Mace, Sünnet, 1) İnsanı karanlıktan çıkarıp aydınlığa kavuşturacak olan şey, doğruyu ve hakikati öğrenmektir. Doğruyu ve hakikati öğrenmek ise yalnızca alınan ders ve bilginin donanımlı ve ahlaklı öğreticiler tarafından verilmesiyle mümkün olur. Bu yüzden öğreticinin mesuliyet ve ehemmiyeti ne kadar büyük ve kıymetliyse, donanımlı ve ahlaklı olması da en az o kadar gereklidir. Zira ahlaklı ve donanımlı öğretici hem bir toplumun ıslahına vesile olabilir, hem de öğrenilen ilimden ahlâki bir fayda ve menfaat elde edebilir. İslam tarihinin ilk dönemlerine bakıp siyer ilmini incelediğimiz zaman, Peygamberimizin öğreticilik vasfının donanım ve ahlaktan oluşan bir bütün olduğunu görüyoruz. Ümmi bir zat olmasına rağmen ilahi bir kaynaktan öğrenen ve bunu yapıcı, pozitif ve tamamlayıcı ahlakıyla birleştiren Efendimiz, o dönemde eğitilmesi ve topluma kazandırılması neredeyse imkansız olan insanları birer lider haline getirmiştir. Çünkü o zamanki toplumda ahlak ve donanım yoktu. Olmayan bir ahlaki düzeyi, tamamen yeni baştan kurmak ve öğretisi henüz sınırlanmamış, çizilmemiş bir öğretme ve aktarma metodunu oluşturmak birçok boyutu gözler önüne seriyor. Hz. Peygamber (a.s), çok zor gibi görünen bu işi 23 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirmiştir.

Bu husus üzerine düşündüğümüzde Akabe biatını hatırlamamak mümkün değil. Zira iki güruh arasında bir anlaşma var ve bu anlaşma ahlaki temelleri içeriyor. O dönemin toplum temsilcileri ile ilahi donanım ve ahlakî öğretiyle bütünleşmiş olan Hz. Peygamber’in el sıkıştıkları konular şu şekildeydi:

Şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, yalan söylememek, meşru emre karşı gelmemek.

Ancak ilahi bir öğretinin farkında olan, ilahi bir öğretiyle kendini yapılandıran ve hudutlarını ona göre çizen; yine ancak ve ancak ilahi bir öğreti ve donanımla kendini yetiştirmiş bir lider bu şartlar üzerine anlaşma isteyebilir. İtikadi, ekonomik, sosyal, ailevi, iletişime açık ve yönetimin temellendirilmesine dair böyle kapsamlı bir sözleşme, yalnızca ilahi ilmin donatımı ve ahlakiyle ahlaklanmanın neticesi olabilir. Tüm ilimlerin önceliği, tüm eğitim ve öğretimlerin kaynağı, tüm öğreticilerin donanım ve ahlakının kaynağı ancak böyle ilahi bir kaynaktan beslenmek ile olursa güzel bir neslin inşa edilmesi söz konusu olabilir. Az önce bahsettiğimiz sözleşmedeki şartların cezalarının nasıl uygulanacağı sorulunca, İbnü’s-Samit (r.a) Peygamberimizin şöyle cevap verdiğini naklediyor: “İçinizden kim verdiği sözü tutarsa, karşılığını Allah verecektir. Kim bu suçlardan birini işler de o suçtan dolayı kendisine ceza uygulanırsa, bu ceza onun günahını siler. Kim de bu suçlardan birini işlediği halde Allah onun yaptığını örtüp gizlerse, onun durumu Allah’a kalmıştır. Allah isterse onu bağışlar, isterse ona azap eder.” (Buhari, Tefsir, Mümtehine/3 (4894); Müslim, Hudûd, 41/4461.) Bu kısımda bu hamlenin aslında bir eğitim hamlesi olduğunu anlayabiliyoruz. Bu süreçten sonra seyreden toplum yapısı ve ahlakından anlıyoruz ki öğretici, İlahi kaynaklı olması zaruriyetiyle hem donanımlı hem de ahlaklı olması gerekiyor. Çünkü o dönemde var olan bilgisizliğe ve hiç var olmamış ahlak temeline rağmen, zina eden insanlar gelip cezalarının verilmesini, farklı suçlarda bulunan kişiler de yaptıklarını telafi etmeyi ve çekmeleri gereken ne ceza varsa çekmek istediklerini ifade etmişlerdir. Biz buradan anlıyoruz ki öğreticinin hem donanımlı olması hem de ahlaklı olması gerekmektedir.

Ahlak anlayışı eğer semavi değil de kişisel fikirlere bağlanırsa, ortaya sayısız ahlak öğretisi çıkar. Bu da öğreticilerin ahlaklı yapıda olması zaruriyeti açısından çok önemli bir husus arz ediyor. Çünkü öğretici ilmini ahlakla ve erdemle birlikte aktarmalıdır. Yoksa bir öğrenciye neşter ile insan yaşamını idame ettirmek öğretileceği gibi, bir insanın organlarının çalınacağı da öğretilebilir. Bir avukatın haklıyı bulmakla yükümlü olduğu öğretilebileceği ve o ahlakın da ilimle birlikte aktarılabileceği gibi, ahlak dışı olarak maddi menfaatler uğruna suçluyu sonuna kadar savunup suçsuzu ezmek de öğretilebilir. Yine insanın diğer canlı ve varlıklardan korunması için silah teknolojisinin aktarabileceği gibi, milyonlarca masum insanın hatta bebeklerin canına kastetmek de öğretilebilir. Bu yüzden güzel bir nesil ancak ve ancak ahlaklı ve donanımlı öğreticiler tarafından yetiştirilebilir. Bu hususa dikkat çekmek adına konumuzu bu cümlelerle nihayetlendirebiliriz: Unutmamalıyız ki en büyük katiller ve zalimler en iyi öğreticilerden ders alanlardır. Bu yüzden gelecek nesillerin güzel ve toplum ıslahatını düşünen kişiler olması için öğreticilerin ahlaklı ve donanımlı olması kaçınılmazdır.