Cenabıhak Teala Hazretleri bize, bazen peygamberlerinin diliyle bazen de Mü’minlerin taşıması gereken nitelikleri/özellikleri anlatırken; onların söylemesi gereken, etmesi gereken dualar olarak bir dua öğretiyor:
“رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقٖينَ اِمَاماً”
“Onlar, “Ey rabbimiz!” derler, “Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi günahtan sakınanlara öncü yap!” (Furkan, 74) diye dua ettiriyor.
İbrahim (as): “Ya Rabbi! Beni namazı kılanlardan eyle ve zürriyetimi de” şeklinde dua ediyor. Hacer annemizin Hz. İbrahim peygamberin (as ikinci eşi olduğunu biliyoruz. Malum İbrahim (as) Sare annemiz ile evlidir ama Sare annemizden uzun süre çocuğu olmaz. Kimi kaynaklar Sare'nin teşvikiyle, bizzat kendisinin öncülük etmesiyle, İbrahim (as)'ın aslen siyahi bir köle olan Hacer ile evlendiği anlatılır. Bu evliliğe de İbrahim (as)’ın eşi Sare'nin öncülük ettiği anlatılır. Sonra bu evlilikten İsmail (as) dünyaya gelir. İbrahim (as) yaşlılık çağına girmiştir. Allah (cc), yaşlık çağında önce İsmail (as)’ı Hacer annemizden; daha sonra da İshak (as)’ı Sare annemizden İbrahim (as)’a iki evlat olarak, iki uğur olarak lütfeder, nasip eder.
İsmail (as) dünyaya geldikten sonra İbrahim (as); Hacer annemizle İsmail’i Allah’tan kendisine verilen bir emirle -o zaman dağ, taş, çöl, kupkuru taşlardan, simsiyah taşlardan ibaret olan bir bölge olan- Mekke'nin bulunduğu yere getirir. Bir yaşam, hayat emaresi yoktur orada. Su yoktur orada. Yaşayan insan yoktur orada. Yani canlının yaşama imkânı neredeyse yoktur orada. Öyle bir bölgeye getirir.
İbrahim (as) hiçbir açıklama yapmadan Safa ile Merve tepelerinin arasına -ki sönmüş bir volkanik bölgedir, simsiyah, keskin/sivri taşlardan ibarettir- taşların arasına getirip bırakır. Yalnız başına bir kadın ve küçücük bir çocuk.
Sorar Hacer annemiz: “İbrahim! bizi buraya niye getirdin?” gibi sorular… Cevap yok elbette.
“Biz burada ne kadar kalacağız?” gibi sorular… Cevap yok elbette.
“Bizi almaya gelecek misin?” gibi sorular… Cevap yok elbette.
Sonunda bir soru sorar: “Bizi buraya getirmeni Allah mı emretti?”
İbrahim (as), evet manasında başını sallar. Hacer annemiz teslimiyet abidesidir. “Bizi buraya getirmeni emreden Allah (cc) ise eğer bizi burada yardımsız bırakmaz!” der. İbrahim (as) gider.
Giderken dua eder: “Ey Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, senin kutsal evinin (Kabe) yanında tarıma elverişli olmayan bir vadiye yerleştirdim. Bunu yaptım ki rabbim, namazı kılsınlar. İnsanların gönüllerini onlara meylettir ve çeşitli ürünlerden onlara rızık ver ki şükretsinler.” (İbrahim, 37)
Hacer annemizin bu duadan haberi yok. Bu duaya Allah'ın nasıl icabet edeceğinden de haberi yok elbette. Biraz zaman geçtikten sonra su tükenince bir annenin dünyada yaşayabileceği en büyük acıyı yaşama durumuyla karşı karşıya kalıyor. Gözünün önünde, ellerin arasında, siyah taşların ortasında, çocuğunu susuzluktan kaybetme tehlikesi...
Canhıraş, feryat figan belki de o kesici taşlar arasında ayakları lime lime oluncaya kadar bir Safa tepesinin üzerine koşuyor, bir Merve tepesi üzerine koşuyor…
Şimdiki gibi düz koridorlar şeklinde değil elbette… Taşların arasında yol yok, iz yok.
Tepelere çıkıyor. Bir Safa Tepesi istikametinde gelen var mı acaba diye, bir Merve Tepesi istikametinde acaba gelen var mı diye… Etrafta yardıma çağıracak, imdat edecek, sesini duyabileceğim bir canlı görebilir miyim niyet ve ümidiyle çıkıyor.
Hacer annemiz, Safa ve Merve tepeleri arasında yavrusuna, küçük İsmail'ine duyduğu endişeyle ne kadar koşturduysa, yavrusuna ne kadar endişe ettiyse, küçük yavrusuna yardım bulabilmek amacıyla Rabbine ne kadar yalvardıysa; bizim benzer bir yalvarışla, benzer bir endişeyle çocuklarımıza endişe etmemiz, çocuklarımız için Rabbimize yalvarmamız, çocuklarımız için gayret etmemiz gerekiyor.
Biz biliyoruz ki Sefa ve Merve tepeleri arasında küçük İsmail susuzluktan ölseydi elbette cennete giderdi. Küçük İsmail, yakıcı güneşin altında, çölün ortasında hayatını kaybetseydi elbette cennete giderdi ama bizim çocuklarımız bizim ilgisizliğimizden, bizim sevgisizliğimizden, bizim duasızlığımızdan, bizim onlara endişe etmeyişimizden, bizim onlar için gayret etmeyişimizden, koşturmayışımızdan dolayı imansız kalırlarsa, peygambersiz kalırlarsa, Allah’ı (cc) tanımadan büyürlerse, yetişirlerse, yaşayıp ölürlerse, kitaptan habersiz yaşayıp ölürlerse, ibadetten, namazdan, oruçtan, Allah'a kulluktan habersiz yetişip, yaşayıp, ölüp giderlerse varakacakları yerin neresi olacağı bellidir.
Bizim ilgisizliğimizden dolayı uyuşturucu batağına düşerlerse, bizim sevgisizliğimizden dolayı fuhuş tuzağına düşerlerse, bizim gayretsizliğimizden dolayı o kötü ideolojilerin eline düşerlerse, kör ideolojilerin kurbanı olurlarsa; biz bunun manevi vebalinden nasıl kurtulabiliriz? Bu yükün altından nasıl kalkabiliriz?
Çocuklarımız için dua etmeli. Çocuklarımıza ettiğimiz dualara gayretler, çabalar eklemeli. Çocuklarımız için endişe etmeli. Çocuklarımıza endişe ederken endişemizi sevgiyle göstermeli.
Onların yüreğine dokunacak, yüreğine ulaşacak yollar aramalı, bulmalı ve Rabbimizin razı ve memnun olduğu bir kul olabilsinler diye çaba göstermeli.
Rabbim bu çabayı bizlere nasip eylesin. Her birimizin çocuğunu, evladını muhafaza eylesin. Kalplerine iman lütfeylesin. Kalplerine İslam lütfeylesin. Onlara merhamet, muhabbet, şefkat lütfeylesin. Her türlü kötülükten, maddi ve manevi musibetlerden muhafaza eylesin.