Ashâbın en zenginlerinden olan Hz. Ebûbekir radıyallahu anh, Allah Resûlü’nde sallallahu aleyhi ve sellem fânî olunca, canını ve malını cömertçe O’nun yolunda fedâ etmişti. Fahr-i Kâinât Efendimiz’e peygamberlik geldiğinde, Hz. Ebûbekir’in 40 bin dirhemlik bir serveti vardı. Malının büyük bir kısmını İslâm uğrunda infâk etti. Müslüman olan köleleri âzâd ediyor, mü’minlere her türlü desteği sağlıyordu. En son kalan 5 bin dirhemi de hicret esnâsında yanına alarak yola çıktı ve Medîne-i Münevvere’de Allah için infâk etmeye devam etti.[15]

Babası Ebû Kuhâfe bir gün:

“–Oğlum, sen hep zayıf ve güçsüz köleleri satın alıp âzâd ediyorsun. Madem köle âzâd edeceksin, şöyle güçlü-kuvvetli köleler satın al da, tehlike ve kötülüklere karşı önünde durup seni korusunlar.” demişti.

Hz. Ebûbekir radıyallahu anh ise:

“–Babacığım, benim böyle davranmakta yegâne maksadım; Allâh’ın rızâsını kazanmaktır. Ben onları âzâd etmekle ancak Allah katındaki mükâfâtı istiyorum.” cevâbını verdi.[16]

Yine Hz. Ebûbekir, birçok defa servetinin tamamını Resûlullah Efendimiz’e getirip Allah yolunda kâ‘bına varılmaz bir infak örneği sergilemişti. Efendimiz’in:

“–Âilene ne bıraktın ey Ebûbekir?” suâline de:

“–Onlara Allah ve Resûlü’nü bıraktım.” karşılığını verdi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1678; Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)

Hz. Ebûbekir’in Her Şeyini Allah Yolunda Harcaması

Hâlbuki Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ashâbından hiçbirinin malını tamamıyla infâk etmesine izin vermezdi. Bu hususta yalnızca Hz. Ebûbekir’i radıyallahu anh istisnâ tutar, bir tek ona müsâade buyururdu. Zira bütün malı-mülkü infâk ettikten sonra yaşanabilecek fakr u zaruret içinde, nefs ve şeytanın iğvâsıyla, gönüllerde bir pişmanlık peydâ olması muhtemeldir. Böyle bir pişmanlık ise, yapılan hayır-hasenâtın fazîletini giderip ecrini zâyî eder. Fakat Hazret-i Sıddîk’ın rızâ, teslîmiyet, ihlâs ve takvâ zirvesindeki gönül âlemi, Allah ve Resûlü’nün muhabbetiyle perçinlenmiş, aslâ sarsılmaz bir îman kalesi hâlindeydi. Bu sebeple Allah ve Resûlü’nün hoşnutluğu, ona bütün dünyevî sıkıntıları unutturmuştu. Hattâ bu zahmet ve meşakkatler onun gönlünde târifsiz bir lezzet vesîlesi hâline gelmişti.

HZ. EBUBEKİR’İN İBADET AŞKI

Müşrikler, Hz. Ebûbekir’in Kâbe’de ibadet etmesine müsâade etmedikleri için, o da evinin önünde bir namazgâh edinmişti. Orada namaz kılıp Kur’ân okumaya başladı. Rikkat-i kalbiyye sahibi, yufka yürekli bir zât olduğu için, Kur’ân-ı Kerîm’i okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı. O, Kur’ân-ı Kerîm’i böyle derin bir vecd içinde okurken müşriklerin çocukları ve kadınları, etrâfında toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl, Kureyş müşriklerini korkuttu. Buna mânî olmak için uğraştılar. Ebûbekir radıyallahu anh ise Allâh’ın himâyesine sığınarak ibadetlerine devam etti.[17]

Bütün Hak âşıkları gibi Ebûbekir Efendimiz’in gönlünde de bilhassa seher vakitlerinde yapılan ibadetlerin pek müstesnâ bir değeri vardı. Şu hâdise, onun gece ibadetlerine olan düşkünlüğünün, ne kadar da bâriz bir işaretidir:

Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmişti. Ebûbekir:

“–Yâ Resûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız da gece ibadetine daha kolay kalkabilsek.” dedi. Peygamber Efendimiz bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı. (Ahmed, V, 47)

Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“–Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennet’in muhtelif kapılarından; «Ey Allâh’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennet’e dâvet edilirler.” buyurmuşlardı. Ebûbekir (r.a.):

“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu. Resûlullah:

“–Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim.” buyurdular. (Buhârî, Savm 4, Ashâbu’n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86)

Yine bir gün Allah Resûlü, yanındaki sahâbîlere:

“–İçinizde bugün kim oruçludur?”

“−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?”

“–Bugün kim bir yoksulu doyurdu?”

“–Bugün bir hasta ziyaretinde bulunanınız var mı?” diye sualler sormuştu. Bunların hepsine de Ebûbekir (r.a.) müsbet cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdular:

“–Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse, o mutlakâ Cennet’e girer. (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12)

Peygamberimizin Hz. Ebûbekir’e Öğrettiği Dua

Hz. Ebûbekir bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e:

“–Yâ Resûlâllah! Bana bir duâ öğretiniz de onu namazımda okuyayım!” dedi.

Allah Resûlü de ona, “Şöyle duâ et!” buyurdular:

“–Allâh’ım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız Sen’sin. Öyleyse tükenmez lûtfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihâyetsiz olan, yalnız Sen’sin!” (Buhârî, Ezân 149, Deavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 48)

Yine Ebûbekir Sıddîk radıyallahu anh bir gün Resûlullah Efendimiz’e:

“–Yâ Resûlâllah! Bana bâzı mübârek kelimeler öğretseniz de onları sabah-akşam okusam!” dedi. Allah Resûlü de:

“–«Gökleri ve yeri, görünen ve görünmeyen âlemleri yaratan Allâh’ım! Ey her şeyin Rabbi ve sahibi! Sen’den başka ilâh bulunmadığına kesinlikle şehâdet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden, onun Allâh’a şirk koşmaya dâvet etmesinden Sana sığınırım.» diye duâ et ve bunu sabahleyin, akşamleyin ve yatağa yattığın zaman söyle.” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101/5067; Tirmizî, Deavât, 14/3392)

HZ. EBUBEKİR’İN HELÂL LOKMA HASSÂSİYETİ

Ebûbekir Sıddîk’ın radıyallahu anh bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını ona verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle, kazandığı bir şeyi getirdi. Hazret-i Ebûbekir de ondan bir lokma aldı. Bunun üzerine köle:

“–Her akşam bana kazancımın mâhiyetini sorardın, bu akşam sormadın.” dedi. Hazret-i Ebûbekir:

“–Çok açtım, sormayı unuttum, peki söyle bakalım nasıl kazandın?” diyerek açıklamasını istedi. Köle:

“–Falcılıktan anlamadığım hâlde câhiliye devrinde falcılık yaparak bir adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık size ikram ettiğim bu yiyeceği verdi.” deyince Hazret-i Ebûbekir, derhâl parmağını boğazına götürüp (bütün eziyetine rağmen) yediklerinin hepsini çıkardı ve:

“–Yazıklar olsun sana! Neredeyse beni helâk ediyordun!” dedi. Kendisine:

“–Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi?” diyenlere de şu cevâbı verdi:

“–Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Zira Resûlullah:

«Haramla beslenen vücudun müstahak olduğu yer, cehennemdir!» buyurdular.”[18]

Bu hâdise üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“Kim Rabbinin makâmında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevâ ve heveslerden alıkoyarsa, şüphesiz onun varacağı yer cennettir.” (en-Nâziât, 40-41)[19]