Vefa, kişiye yapılan iyilikleri unutmamak, iyilikte bulunanlara aynısıyla veya daha güzeliyle mukabelede bulunmaya devam etmektir. Vefakârlığın zıddı, nankörlüktür. O da iyiliğin kadrini bilmemek veya ona kötülükle karşılık vermektir. Hz. Peygamber’in şu sözü vefanın en güzel örneklerinden biridir: “Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Amine’nin rüyasıyım.” (Hâkim, II, 453) Hz. Peygamber’in umre yapmak için Mekke’ye giderken, yolculuk esnasında Ebvâ’da bulunan annesinin kabrini ziyaret etmesi onun ne kadar vefakâr bir evlat olduğunu göstermektedir. Olay özetle şöyledir: Resûlullah Cenâb-ı Allah’tan izin isteyerek annesinin kabrini ziyaret etti. Ziyaret esnasında kabrini eliyle düzeltti ve teessüründen ağladı. O’nun ağladığını gören Müslümanlar da ağladılar. Daha sonra niçin böyle yaptığını soranlara Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Annemin bana olan şefkat ve merhametini hatırladım da onun için ağladım.” (İbn-i Sa’d, I, 116-117; Müslim, Cenâiz, 105-108)
Hz. Peygamber, annesini küçük yaşta kaybedip öksüz ve yetim kaldığında onu önce dedesi, daha sonra da amcası Ebû Tâlib yanına almıştı. Bu sıralarda amcasının hanımı Fâtıma, Hz. Peygamber’e çok iyi bakmış, onu kendi çocuklarından hiç ayırmamış hatta daha da üstün tutmuştu. Müslüman olarak Medine’ye hicret eden bu hanım vefat ettiğinde Rasûlullah; “Annem öldü!” demiş, onu gömleği ile kefenlemiş, daha sonra da kabre alışması için oraya bir müddet uzanmıştı. “Yâ Rasûlallah! Herhâlde Fâtıma’nın ölümüne çok üzüldünüz!?” denildiğinde ise şöyle karşılık vermiştir: “O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyurur, kendi çocuklarının üstü başı toz toprak içinde dağınık dururken, o önce benim başımı tarar ve gülyağı sürerdi. O benim annemdi.” buyurmuştur. (Ya’kubî, II, 14) Hz. Peygamber, amcası Ebû Tâlib’in Müslüman olmasını çok istemişti. Bunun için defalarca uğraştı. Hele vefatı esnasında başı ucunda gösterdiği gayret dillere destandır. İslâm’a bunca faydası dokunan bir kimsenin, iman şerefine nail olamaması onu çok üzüyordu. Ebû Tâlib’in vefat haberine çok üzülen Resûl-i Ekrem Efendimiz ağlamaya başladı. Daha sonra da Hz. Ali’ye şöyle dedi: “Git onu yıka ve göm!” buyurdu. (Nesâî, Cenâiz, 84; Diyarbekrî, I, 301) O’nun bu üzüntüsü, İslâm’ı yayma gayreti ile birlikte amcasına karşı olan vefa duygusundan kaynaklanmaktaydı.
Hz. Peygamber, üzerinde emeği olan hiç kimseyi unutmamış, hayatı boyunca onlara hep vefa göstermiştir. Özellikle Hatice validemizin arkasından gösterdiği vefakârlık eşine rastlanmayacak boyutlardaydı. Kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen, sütannesi Halime, sütkardeşi Şeymâ da onun vefakârlığından nasibdar olan şanslı kimselerdendir. Peygamberimiz onlara son derece hürmet göstermiş ve ihtiyaçlarının karşılanması için elinden geleni yapmıştır. (İbn-i Sa’d, I, 113-114) Nitekim Hevâzin Gazvesi’nde esirler arasında gördüğü sütkardeşi Şeymâ’yı hemen tanımış, ona ve diğer yakınlarına kıymetli hediyeler vererek memleketlerine göndermiştir. Sevgili Peygamberimiz, sırf bölgelerinde dört yıl kaldığı için, bu savaş sonunda Hevâzinli süt teyzeleri, süt halaları hatırına ganimetleri geri vermeyi bile düşünmüştü. Ancak Hevâzinliler müracaatta gecikince, ordudaki bedevilerin de ısrarıyla Ci’râne’de toplanmış olan ganimetleri, taksim etmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Hevâzinlilerin vaki olan talepleri üzerine kendisine ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşen esirleri serbest bırakınca, ashâb-ı kirâm da hisselerine düşen esirleri serbest bırakmış ve fidye ödemeksizin salıvermişlerdi. (İbn-i Hişâm, IV, 135) Efendimiz’in süt akrabalarına gösterdiği vefa sâyesinde, binlerce kişi hürriyetine kavuşmuş ve bu alicenaplığın gönüllerine verdiği rikkatle hakikate gözlerini açmışlardır.
Risâlet geldiğinden itibaren Efendimiz bütün çile ve ızdıraplara katlanarak İslâm’ı anlatmaya ve yaymaya devam ediyordu. Tâif dönüşünde düşmanları onu Mekke’ye almak istememişlerdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz sıra ile birçok ileri gelen Mekkelinin himayesini istemiş fakat hepsi reddetmişti. Bu teklifi sâdece Mut’im bin Adiyy kabul etti ve oğullarını silahlandırıp Peygamber Efendimizi himâye ederek şehre girmesine yardımcı oldu. Aradan yıllar geçti. Mut’im, Bedir savaşında Kureyşli müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı savaştı ve öldürüldü. Peygamberimizin şairlerinden Hassan bin Sâbit, bu zatın ölümünün ardından bir mersiye söyleyerek, vaktiyle Efendimizi himâye ettiğinden bahsetmiş ve onu hayırla yad etmişti. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, kendi adına gösterilen bu vefakârlıktan ziyadesiyle memnun oldular. Daha sonra düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken: “Şayet Mut’im bin Adiyy hayatta olup da benden esirlerin bağışlanmasını isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım.” buyurarak ona olan vefasını göstermiştir. (Buhârî, Humus, 16; İbn-i Hişâm, I, 404-406) İslâm’ı tebliğ ederken kendisine kolaylık gösteren bir müşrike bile uzanan bu vefa duygusu, ne yüce bir ahlâk numunesidir.