Zekât, İslâm’ın insanlığa kazandırdığı pek yüce kıymetlerden biridir. Zekât sâyesinde cemiyetin fakîr, mağdur, yolda kalmış, yetîm ve dullarının sıkıntıları belli ölçüde de olsa giderilmiş olmaktadır. Ayrıca bir zamanların gerçeklerinden olan kölelik zincirini, insanın boynundan çıkaran yine İslâm olmuştur.

FAKÎR VE DERTLİLERLE HEM-HÂL OLMANIN MÂNEVÎ KAZANCI

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, aşağıdaki beytinde fakîr ve dertlilerle hem-hâl olmanın mânevî kazancını ne güzel îzâh eder:

“Fakr u zarûret içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek ve o derde dermân olmak sûretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakîkleşip rûhun incelsin!..”

İşte İslâm, beşeriyyetin zengin-fakir yarasını böylesine güzel bir muhtevâ içinde sarıp şifâ bahşederken, İslâm dışı sistemler ise, gerçek mânâda bunu başaramamışlar, ya ifrata ya da tefrîte düşmüşlerdir. Nitekim kimi başkasından bir şey istemeyi tamâmen yasak etmiş, kiminde de dilenmek alıp yürümüştür. İslâm ise, zekât ve infâk yoluyla bu yaraya son derece hakîmâne bir edâ ile yaklaşmış ve en münâsip çâreyi sunmuştur.

Gerçekten zekât, İslâm’ın insanlığa kazandırdığı pek yüce kıymetlerden biridir. Zekât sâyesinde cemiyetin fakîr, mağdur, yolda kalmış, yetîm ve dullarının sıkıntıları belli ölçüde de olsa giderilmiş olmaktadır. Ayrıca bir zamanların gerçeklerinden olan kölelik zincirini, insanın boynundan çıkaran yine İslâm olmuştur. Hiç şüphesiz ki İslâm’ın, köleleri hürriyetlerine kavuşturmak, onlara ihsân ve ikrâmda bulunmak için ortaya koyduğu hâl çârelerinin en müessirlerinden biri, yine zekât ve infâk müessesesidir.

Böylece İslâm, zor durumda olan kimselere karşılık beklemeden el uzatmış ve nice kanayan yarayı kökten şifâya kavuşturmuştur. Ayrıca zâhirde insanlara yardım ve kolaylık gibi görünen, hakîkatte ise zor durumdaki çâresizlerin bu hâllerini istismar ile onları sömürmekten başka bir işe yaramayan fâiz musibetini de yasaklamıştır.

Zîrâ fâizci, başkalarının sıkıntıda olmasını ve onların bu durumundan istifâde etmeyi ister. Zekât veren kimse ise, muhtaç ve sıkıntılı kimselerin dert ortağıdır. Onun yeğâne arzusu, Hak Teâlâ’yı râzı ve hoşnûd edebilmek maksadıyla dertli kullara devâ olabilmektir.