Yüce Allah’ın yarattığı en şerefli varlık insandır. İnsanın bu değerini koruyabilmesi ve devam ettirebilmesi ancak ilim ile mümkündür. İyiliğe de kötülüğe de eğilimli olan insan, ilim sayesinde kötülüklerden uzak kalıp, iyiliğe yönelecek ve Allah’ın razı olacağı bir hayat yaşayacaktır.

Her şeyi en iyi bilen, Alîm ve Hakîm olan yüce Rabbimiz bize ilmi farz kılmıştır. İlimle meşgul olmayı ibadet saymıştır. İlim ve ilim sahiplerinin Yüce dinimiz İslam’da önemli bir yeri vardır. Nitekim Yüce Allah, “De ki; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9)  buyururken ilimle meşgul olanların üstünlüğünü dile getirmiştir. Peygamberimiz de (s.a.v) bir sahabenin şahsında bizlere öğüt verirken, “Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen veya ilmi seven ol. Fakat beşincisi olma; helak olursun.” (Fethü’l-Kebir, 1/204) buyurarak ilmin ve ilimle meşgul olmanın önemini ifade etmiştir.

Yüce dinimiz İslam’ın ilk emri ‘OKU’ (Alak, 1) olmuştur. Sadece bu ayet bile dinimizin ilme verdiği değeri ortaya koymaya yeterlidir. Yüce dinimiz İslam, ilim öğrenme konusunda kadın ve erkeği ayırt etmeksizin her iki cinse de aynı sorumluluğu yüklemiş, ilim öğrenmeyi hem erkek hem kadına farz kılmıştır. Bir Hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İlim öğrenmek kadın-erkek her müslümana farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17).

Çocuklarımızın da bizlere Allah’ın birer emaneti olduklarını ve onların terbiyelerinden de mesul olduğumuzu unutmamalıyız. Çocuklarımızın dini eğitimlerini almalarına, İslami ahlak ve terbiye ile yetişmelerine çalışmak da çocuklarımıza karşı en önemli görevlerimizden biridir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz (s.a.v.); “Bir babanın evladına bırakacağı en güzel miras, vereceği güzel ahlak ve terbiyedir.” (250 Hadis, Diyanet Yay. s.116; Tac’ul-Usul, c.5, s.8) buyurarak çocukların hem maddi hem manevi mutluluğunu sağlamaya dikkat çekmiştir.

Yüce Allah, Peygamberimize (s.a.v) ilmin dışında herhangi bir şeyi kendisine artırması için dua etmesini emretmemiştir. "De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır." (Tâhâ, 114).

Çünkü ilim bitip tükenmeyen bir hazinedir. İlim sadece ilmi öğrenen kişiye değil, başka insanlara ve hatta bütün canlılara da fayda verir. Hak ile bâtılı, helal ile haramı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insana bir yük değil, tam aksine onu yücelten bir fazilettir.

İlim, Allah’a iman edenlerin derecelerini de yükseltir, onları dünyada başarı sahibi kılar, âhirette de cennetteki makamlarını yüceltir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyruluyor: “Allah içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (Mücâdele, 11).

Kur'ân-ı Kerîm'de ilmin fazileti ve âlimlerin üstünlüğü ile ilgili pek çok âyet vardır. Allah Resûlü’nün de (s.a.v.) ilimle ilgili yüzlerce hadisi şerifleri bulunmaktadır. İslâm'ın ilme verdiği değer tartışma götürmeyecek kadar açık ve nettir. “Allah'tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar.” (Fâtır, 28).

İlim sahibi olan kimseler Yüce Allah'ı nasıl bilip tanımak gerekirse öylece bilirler. Bir mü'minin Allah hakkındaki ilmi ne kadar ileri derecede ve mükemmel olursa, Allah'a karşı takvası da o kadar ileri ve mükemmel olur. Zira onlar sadece ilmin nazarî yanı ile değil, amelî ciheti ile de öndedirler. Bu sebeple "İlim rütbesi bütün rütbelerin üstündedir". Çünkü bilenler o bilgiyi hayatlarına uygularlar; başkalarının uygulamasına da vesile olurlar ve insanların hidayetine vesile olup büyük hayır ve sevap kazanırlar.

İşte insanlara hak ve hakikati gösteren ve onları eğitip öğreten âlimler, bir toplum içinde Allah'ın kendileri hakkında hayır murad ettiği en üstün ve örnek kişilerdir. Çünkü onlar Allah'ın yeryüzündeki elçileri olan peygamberlerin Yüce Allah katından getirdikleri ilâhî mesajı insanlara öğretmeye devam eden “Peygamberlerin vârisleri”dir.

Dinimizde haset şiddetle yasaklandığı halde kendisine ilim verilen kişiye haset etmeyi mübah sayılmıştır. Buradaki haset ilmi elinden alınsın anlamındaki haram olan haset değil, belki buradaki haset, ben de bu ilim sahibi olan zat gibi ilim öğreneyim, ben de onun gibi alim olayım anlamındadır.

Resûlüllah (s.a.v) bir hidis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:

“Yalnız şu iki kimseye haset (gıbta) edilir: Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayan kimse; Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Buhârî, İlim, 15).

Yüce dinimiz İslam’da ilmin değeri o kadar büyüktür ki, ilim için yapılan yolculuk bile ibadet sayılmıştır. Enes’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Tirmizî, İlim 2).

Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur: "Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır." (Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10).

İlim tahsilinin ve bunun için yola çıkmanın faziletinden bahseden pek çok hadis vardır. Allah yolunda cihada çıkan kimseye evine dönünceye kadar her adım için sevap yazıldığı gibi, ilim tahsili için yola çıkana da evine ve yurduna dönünceye kadar aynı şekilde sevap yazılacağına ve bunun bir nevi Allah yolunda cihad sayılacağına bu hadis-i şerif şahitlik etmektedir.

İslâm dini, müslümanları ilim ve hikmet nerede ise, onu bulup öğrenmeye ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan çekinmemeye teşvik eder. Ancak Yüce dinimiz İslam sadece İslami ilimleri değil, bütün ilimlerin öğrenilmesini istemektedir. Kur’an-ı Kerim bizlere yer, gök ve yaratılış inceliklerinden bahsediyor ve bu konularda tefekkür etmemizi istiyor. Müslüman ecdatlarımız da bu konuda İslam’ın aydınlığında yol almış, birçok müspet ilmin kurucuları veya öncüleri olmuşlardır. İlmi her şeyden önemli gördüler ve âlimleri de toplumun önderleri kıldılar. Onları bu çalışmalara teşvik eden başta inançları ve bu inancın kaynağı olan Kur'an ve Sünnet idi. Ne yazık ki, zamanla bu azim ve gayretler ihmal edildi; bu gayretlerin ihmal etmesiyle müslümanlar da bu üstünlüklerini kaybettiler. Fakat onları yeniden üstün kılacak prensipler ve bunun temelini teşkil eden temiz kaynaklar, bütün saflığı ve berraklığı ile elimizdedir. Zaten küfrün İslam’dan korkusunun nedeni de budur. Müslümanları asırlarca yeryüzüne hâkim kılan ilmin kaynağı bütün ihtişamıyla ve heybetiyle taptaze ortadadır, modası geçmemiş, eskimemiştir. Yeterki Müslüman ecdatlarımız gibi okuyalım öğrenelim ve okuduklarımızı hayatımızda tatbik edelim, hiç şüphesiz dünyanın hâkimiyeti yine Müslümanların olacaktır. Evet, işte Kur'an ve işte Sünnet, bu dinamizmi her zaman canlı tutmanın yegâne gücüdür. Bu yönde hareket edenlere Yüce Allah daima yardım eder ve onlara cennetin yolunu kolaylaştırır.

İslami ilimler yağmurun toprağa can verdiği gibi adeta insanı ihya etmektedir. Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, İlim 20).

Hak ile bâtılı ayırt edebilmenin en önemli vasıtalarından biri de ilimdir. Çünkü gerçek ilim, doğru bilgi, insanı hakka ve hakikate ulaştırır. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.v), bu hadis-i şeriflerinde kendisiyle gönderilen ilim ve hidayeti yeryüzüne yağan ve toprağa can veren bol ve bereketli yağmura benzetmiştir. Burada dikkat etmemiz gereken en önemli şey, Allah Resûlü’nün (s.a.v) hidayetle birlikte bir ilim getirdiği ve bunu öğrenmeye insanların teşvik edildiğidir. Bu ilim öncelikle Kur'an ve Sünnet bilgisidir. O halde hangi ilim ve bilgi alanında çalışırsak çalışalım, ilmimizin temeli bu iki kaynak olmalıdır.

Ayet ve hadislerde de görüldüğü gibi İlmin ve bilginin üstünlüğü tartışılamaz. Kişiyi Allah'a yaklaştıran her şey hayır olarak adlandırılır. Bütün hayırları bilmek ilimle mümkün olduğu için, en üstün hayrın ilim olduğu kabul edilir. Çünkü ilim, itikadın sahih ve amellerin salih olmasını temin eder. Ebû Ümâme’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir.” “Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler.” (Tirmizî, İlim 19).

Kısacası müslüman, faydalı olan her ilim ve bilgiyi elde etmeye özen gösterir; zararlı olan şeylerden ise uzak durur. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus, dini, dünyanın ve dünyalık elde etmenin vasıtası kılmamaktır.

Hazret-i Ali (r.a) şöyle buyurmuştur: “İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim seni korur. Mal harcamakla azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.” İmam-ı Gazali hazretleri de, “İnsanın diğer mahlûkattan üstünlüğü ilmi iledir, güç ve kuvvetiyle değildir. Çünkü deve insandan kuvvetlidir. İrilik bakımından da değildir. Çünkü fil insandan çok iridir. Cesaret bakımından da değildir. Çünkü aslan insandan cesurdur. Çok yemesiyle de değildir. Çünkü mandanın karnı, insanın midesinden daha büyüktür. Şu halde ilim çok üstün bir vasıftır.” buyurmaktadır.