Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Bizleri iman ve islamla müşerref kılan yüce Allaha sonsuz hamd ve senalar olsun. Salât ve selam kâinatı iman nuruyla aydınlatan rehberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’e, onun âline, ashabına ve ona tabi olan bütün mü’minlere olsun.
İman; Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümler hususunda Hz. Peygamber’i (s.a.v) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip, bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. İman, hem dünya, hem de ahiret saadetini sağlayan en değerli manevi bir sermayedir. İman, en sağlam bir destek ve dayanak ve en güvenilir bir rehberdir. İman edip imanın gereği gibi yaşayarak imanı hayat kılmak; davranışlarımıza, ahlakımıza ve hayatın her alanına yansıtmak yaratılış gayemizdir.
İmanın en önemli özelliği, kalbin derinliklerine nüfuz etmesi ve vicdanların onunla huzur bulmasıdır. Kalbin derinliklerine nüfuz etmiş bir iman, hayata rengini verip insanlara ahlâkî fazilet ve güzellikler katar. İman, bizi kötülüklerden alıkoyup iyilikler yapmayı, ibadet ve itaat duygusunu artırarak manevi hazlara ulaşmayı ve sonuç olarak da mutlu olmayı sağlayan bir hayat iksiridir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle vurgulanmaktadır: “Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, o çağrıya uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Sizler, muhakkak O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfâl, 8/24.) kalbe yerleşmiş imanın hayata yansımalarını ifade eden başka bir ayette yüce Allah şöyle buyuruyor: “Mü’minler ancak, o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.” (Enfâl, 8/2-4.) Peygamberimiz (s.a.v.) de birçok hadislerinde imanın hayatımıza yansıyıp salih ameller işlemeyi gerektirdiğine dikkat çekmiştir. Örneğin şu hadis-i şerifte iman ve hayat ilişkisine şöyle dikkatlerimizi çekmektedir: "İman yetmiş (veya altmış) küsur şu'be (haslet)dir. En yükseği, "Allah'tan başka ilah yoktur" demek; en aşağısı ise, yoldan, eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanmak da imanın bir şubesi(birimi)dir." (Müslim, İman,12) hadis-i şerif, tevhit inancının sözlü ifadesi olan "Allah'tan başka ilah yoktur" ikrarının, iman tezahürlerinin en yükseği ve en üstünü olduğunu, yine aynı imanın, yerine getirilmesi en kolay, belki bir anlamda faydası en az olan tezahürünün de yoldan, eziyet veren şeyleri gidermek olduğunu beyan etmektedir. Utanma duygusunun da imanın bir şubesi olduğunu, imanın davranışlarımız üzerine bir yansıması olduğunu hadisten öğrenmekteyiz.
Müminin imanı ile ahlâkı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu anlatan meşhur bir hadiste Allah Resulü şöyle buyurur: “Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 15. ) Allah Resulünün bir başka mümin tanımlamasında ise onun temiz karakterine ve ruh asaletine dikkat çekilir: “Mümin, saf ve âlicenaptır; fâcir ise düzenbaz ve alçaktır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 5. ) Allah Resulü, kötü huyları iman ehline kesinlikle yakıştırmaz: “Mümin, ne insanları karalayan, ne lânet eden, ne kaba ve kötü sözlü, ne de hayâsız birisidir.” (Tirmizi, Birr, 48) “Cimrilik ve kötü ahlâk asla bir müminde bulunmaz.” (Tirmizi, Birr, 41) “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir.” (Tirmizi, İman, 12. ) hadis-şeriflerde anlaşılan bütün bu güzel hasletler imanın davranışlarımız üzerindeki birer yansımalarıdır. Zira İnanan insan, bir gün Allah'ın huzurunda dünyada yaptıklarının hesabını vereceğine inandığı için, Allah'a ve insanlara hatta diğer canlılara karşı olan görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır. İşinde ve sözünde ölçülü olur. Her türlü aşırılıklardan sakınır. Ailesine, çevresine, tüm insanlara ve hatta hayvanlara karşı şefkat ve merhamet gösterir. Kimsenin malına, ırzına göz dikmez. Kimsenin hakkına tecavüz etmez. Komşuluğundan herkes memnun olur. İşveren ise işçiye, işçi ise İşverene haksızlık yapmaz.
İman, bu özelliğiyle, şirkin ve putperestliğin kirlettiği kalplere yeniden hayat vermiş, sahabe örneğinde olduğu gibi, mensuplarını cehalet ve vahşetten kurtarmış, renkleri, dilleri ve düşünceleri farklı olsa bile ortak bir duyguda birleştirerek onları kardeş yapmış, sevgi, saygı ve adaletin oluşturduğu medeniyetin zirvesine yükseltmiştir. Bu husus Kur’an’da “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurât, 49/10.) anlamındaki ayetiyle ilan edilmiştir. Mü’minler bu duygu ve imanla birbirlerini severek bütün çağlara örnek bir iman kardeşliği sergilemişler ve İhtiyaç sahibi olsalar bile kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir. Bu manzarayı Allah Resulü şöyle tasvir etmektedir: "Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple rahatsızlanır." (Buhârî, “Edeb”, 27) Nitekim Müslüman toplumun örnek nesli sahabeler kendi haklarından da feragat ederek diğer mümin kardeşlerini kendilerinden daha üstün tutmalarının altında kamil bir iman olduğu, en zor durumda olduklarında bile hiçbir zorlanma hissetmeden ellerindeki imkanı diğer mümin kardeşlerine aktararak kendilerine tercih ettikleri Kuran'da şöyle ifade edilmektedir: “Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr, 59/9)
Netice olarak İmanı hayat kılıp; davranışlarına ve ahlakına yansıtan insan, insan haklarına saygılı olan, bütün insanları Allah’ın kulu olarak gören, geçimli ve uyumlu, birleştirici, tefrika ve ayrılıklara prim vermeyen huzur dolu bir gönle sahip insandır. İmanı onu hayatın olumsuzluklarından ve doğru yoldan sapmaktan korur. Onu, insanların hizmetine kendini adayan ve bu uğurda her türlü fedakârlığı göze alan; kanaatkâr, cesur, faziletli, hiçbir kötülüğe bulaşmayan, başkalarının haklarına asla el uzatmayan, ağırbaşlı ve olgun bir insan hâline getirir. Dolayısıyla İman, sadece bir iddiadan ibaret değil, kalbe iyice yerleşmiş bir inançtır. Şayet imanımız bize bu özellikleri kazandırmıyorsa kuru bir iddiadan ibaret kalır. Bu sebeple önce doğru bir inanca sahip olmalı, sonra bu inancı söz ve davranışlarımıza yansıtmalıyız. İmanı hayatımızın her alanına yansıtıp imanı hayat kılmalı; sosyal hayatımız, medya ve sanal hayatımız, eğitim hayatımız, ticaret hayatımız, ahlak ve davranışlarımız imanımıza şahit ve uygun kılmalıyız