Dünya ve dünyadaki her şey şüphesiz Allah’ın mülküdür. Bu mülkün içinde yer alan her türlü gıda, mal mülk, değerli eşya vb. birçok şey rızık olarak insanın hizmetine sunulmuştur. Rabbimiz her canlının rızkını ayrı ayrı takdir etmiştir. Ancak Rabbimizin hikmeti ve imtihan gereği insanlar ekonomik bakımdan eşit imkânlara sahip değildirler. Nahl süresi 71. ayette bu durum “Allah rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kılmıştır.” şeklinde buyrulmuştur. İslam’ın beş temel esası dediğimiz ibadetler arasında yer alan zekât ibadeti bu mali farklılığın ortadan kalkması için farz kılınan önemli bir ibadettir. Rabbimiz kullarına ihsan ettiği rızkı yine kullarının yararına olacak şekilde paylaşmalarını emretmektedir. Hem veren hem alan için zekât, birçok bireysel ve toplumsal faydalar içermektedir.
Zekât kelimesi sözlükte artma, bereketlenme, iyi hal, övgü ve temizlenme gibi anlamlara gelir. “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.”(Şems 91/9) ayetinde zekât kelimesi temizlik, arınma anlamlarında kullanılmıştır. “Kendinizi övmeyin.”(Necm, 53/32) ayetinde ise övme anlamında kullanılmıştır. Böylece zekâtını hakkıyla ödeyen kişinin günahlardan arındığını, malının bereketlendiğini, sevabının arttığını söylememiz mümkündür.
Zekât Kuran-ı Kerim’de namazdan sonra en çok söz edilen ibadetlerden biridir. Kuran’da infak adıyla da geçmektedir. İnfak dini terim olarak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardımda bulunması demektir. Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği servetten kişinin ihtiyaç sahiplerine vermesi kulluk görevlerinden olup sosyal hayatın canlılığı açısından en başta gelen ibadetlerdendir. Zâriyât suresi 19.ayetinde “Onların mallarında isteyenler ve yoksullar(istemekten çekinen) için belli bir pay vardır.” buyrularak zenginlerin ihtiyaç sahiplerine yardım yapmakla yükümlü olduğunu görmekteyiz. Kuran’da genellikle iyiliklerin sevabı bire on olarak gösterildiği halde Allah yolunda infakın sevabının bire yedi yüz olduğu bildirilmiştir.(Bakara, 2/261)
Zekâta tabi mallar Kuran-ı Kerim’de, altın ve gümüş (Tevbe,9/34), tahıllar ve meyveler (En’am, 6/141), ticaret ve benzeri işlerden elde edilen kazançlar (Bakara, 2/276) ve diğer mallar (Tevbe, 9/103; Zâriyât, 51/19) şeklinde belirlenmiştir. Zekât Tevbe suresinin 60. ayetinde belirtildiği gibi fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlar, köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmış yolcular içindir.
Zekâtın dışında halk arasında fitre olarak bilinen fıtır sadakası, insan olarak yaratılmanın ve ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır. Gönül rızasıyla verdiğimiz sadakalarımız, mallarımızdan vermek zorunda olduğumuz zekâtlarımız, mübarek Ramazan ayının bereketine bereket katan sadaka-i fıtırlarımız dünya düzenini güzelleştiren dini vecibelerimizdendir.
Değerli okuyucular! Mallarımızdan bize ait olmadığı halde vermediklerimiz elimizden kayar gider. Zekâtla temizlemediğimiz servetimiz kirli kalır. Genel olarak kırkta bir vermemiz gereken maldan biri bile veremiyorsak kırkın da bir bereketi olmaz. Halk nazarında zenginliğimizin ne övgüsü olur ne iyi hali. İhtiyaç sahibinin kıskançlığına belki de öfkesine sebep olur. Ancak bizde geçici olarak duran mülkün zekâtı verilirse; ne sahip olan, malının onu ebedi kılacağını düşünür ne de ihtiyaç sahibi feryat figan edip isyana kapılır.
(Zekâtla ilgili her konuyu bu köşe yazımızda ele alamayacağımız için zekâtla ilgili genel detaylara ve merak edilen birçok konuya ve soruya Diyanet İşleri Başkanlığımızın yayınları aracılığıyla rahatlıkla ulaşabilirsiniz.)