Dolayısıyla insanlar, özgür iradeleriyle Allah"a iman ettikten sonra ibadet ve hayır yolunda çalışmak gibi salih ameller yapmakla yükümlüdürler. Nitekim İbn Ömer"in naklettiğine göre, Hz. Peygamber, “Dünyada bir garip gibi, yabancı gibi hatta bir yolcu gibi ol! Kendini kabir halkından biri gibi kabul et.” buyurmuş, rivayetin devamında İbn Ömer, hadisi rivayet eden Mücâhid"e hitaben, “Sabaha çıktığında akşama varacağım diye içinden geçirme; akşama ulaştığında da sabaha çıkacağım diye içinden geçirme. Hastalığından önce sağlığından, ölümünden önce hayatından istifade ederek hazırlık yap. Ey Allah"ın kulu! Yarın hâlinin ne olacağını bilemezsin.”demiştir.28

İnsanın mutluluğu elde etmesi, en başta nefsinin istek ve arzularını kontrol altına almasına bağlıdır. Ardından da bilgi ve kültür düzeyini yükseltmeli, ahlâkını güzelleştirmeli ve salih ameller yapmalıdır. Kişi, ancak bu şekilde olgunluk derecesine ulaşır ve mutluluğu elde eder. Tam aksine nefsinin istek ve arzularını kontrol altına almaz, nefsinin tutsağı hâline gelirse, böyle bir insan, Kur"an"ın ifadesiyle aşağıların aşağısına düşer29 ve sürekli kötülüğe davetiye çıkarır. Kur"an, böyle bir nefsi, “sürekli kötülüğü emreden” anlamında “nefs-i emmâre” olarak adlandırır.30 Artık böyle bir insan, Allah"ı unutmuştur. Allah"ı unuttuğu için kendi benliğini de unutmuştur.31 Sadece bedensel yetenekleri, arzuları, hırsları, dünyevî zevk ve tutkuları için yaşamaktadır. İnsanın arzu ettiği her şeye sahip olma hırsı tahmin edilenin aksine kişiye mutluluk değil mutsuzluk getirir. Zira terbiye edilmemiş bir nefis, insanın en büyük düşmanıdır. Nice kötülükler, eğitilmemiş nefislerin bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve istekleri yüzünden işlenmektedir.

Peygamber Efendimiz bir gün minbere çıkmış, hem birinci basamakta, hem ikinci basamakta, hem de üçüncü basamakta “âmîn” demişti. Ashâb-ı kiram, “Ey Allah"ın Resûlü! Üç kere "âmîn" dediğini işittik, bunun hikmeti nedir?” diye sorunca Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu: “Birinci basamağa çıktığım zaman, Cibrîl (as) bana gelip dedi ki: Ramazan"a yetişip de günahları bağışlanmadan bu ayı bitiren kul bedbaht olsun! Ben, âmîn, dedim. Sonra dedi ki: Ana ve babasına yahut bunlardan birine kavuşan bir kulu, bunlar (anne-babası) cennete koymamışsa, o kul bedbaht olsun! Ben, âmîn, dedim. Sonra dedi ki: Yanında sen anılıp da sana salât getirmeyen bir kul bedbaht olsun! Ben buna da âmîn dedim.” 32

Yine Hz. Peygamber Ci"râne denilen yerde Huneyn Savaşı"nda alınan ganimetleri taksim etmekte iken birden Zü"l-Huveysıra et-Temîmî adlı kişi Resûl-i Ekrem"e hitaben, “Adaletli ol!” deyince Peygamber Efendimiz, ona, “Eğer ben adalet etmezsem bedbaht olurum.” buyurmuştur.33

Hz. Peygamber bazen dualarında kötü hükümden, mutsuz olmaktan, düşmanların kendisine gülmesinden ve kötü hâlden Allah"a sığınmıştır.34 Bir hadisinde ise, “Rahmet, ancak şakîden çıkarılıp alınır.” 35 buyurmuştur. Şekâvet sahibi kimselerden, zalimlerden şefkat ve merhamet duyguları sıyrılıp çıktığı gibi bu hâllerinin cezası olarak da Allah Teâlâ onlara gerek dünyada gerekse âhirette merhamet etmez. Cezalarını çekerler. Çünkü Allah, ancak acıyıp merhamet edenlere rahmetini indirmektedir.

Hz. Peygamber bazı hadislerinde fitnelerden uzak kalmayı bir mutluluk olarak addetmiştir. Bedir Savaşı"nda büyük kahramanlıklar gösterdiği için “Resûlullah"ın süvarisi” adıyla anılan Mikdâd b. Esved"in36 naklettiğine göre, Hz. Peygamber, “Şüphesiz mutlu kimse, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mutlu kimse, fitnelerden uzak kalandır. Şüphesiz mutlu kimse fitnelerden uzak kalan, bir belaya uğradığında sabredendir. (Fitneye katılana) vah yazık!” 37 buyurmuştur.

Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber"i gördükten sonra iman etmek ile hiç görmeden ona iman etmek mutluluk olarak ifade edilmektedir. Enes b. Mâlik"in naklettiğine göre, Resûl-i Ekrem, “Ne mutlu, beni görüp de iman edenlere!” buyurarak bunu bir kere söylemiş, sonra, “Ne mutlu, beni görmeden iman edenlere!” buyurarak bunu da yedi kere tekrarlamıştır.38 O hâlde hem bu dünyadaki hem de âhiretteki mutluluk, ancak imanla ve bu imana uygun amellerle kazanılabilir. Şüphesiz imanın yeri kalptir. Kalpler, ancak Allah"ı zikrederek huzur bulur.39 Gönül dünyasında Allah sevgisi yer etmiş bir kimsenin üzerine ilâhî bir huzur iner. Böyle bir kimse, Kur"an"ın ifadesiyle “huzur bulmuş nefis” anlamında “nefs-i mutmainne” mertebesine yükselir. Böyle bir nefis sahibi de hem kendisini hem de Allah"ı razı ederek O"na kul olur ve cennetine girer. Gerçekte bir Müslüman"ın hayattaki en büyük gayesi, “Allah"ım, benim maksadım senin rızanı kazanabilmektir.” şuuruna ermektir.