Şûra ve Meşveretin Anlamı

Şûra, sözlükte “danışma, görüş alışverişinde bulunma, danışan kimseye fikrini söyleyip onu yönlendirme” anlamına gelmektedir. Fıkıh edebiyatında terim tanımı yapılmamış olmakla birlikte İslami literatürdeyöneticilerin ve özellikle devlet başkanının görev alanlarına giren işler hakkında ilgililere danışıp onların eğilimlerini göz önünde bulundurmasını ifade etmektedir. Meşveret, şûra ile aynı anlamdadır.Şûra kelimesi ayrıca “üzerinde ortaklaşa görüş beyan edilen iş” manasına geldiği gibi görüş bildiren kimseler topluluğunu belirtmek için de kullanılmaktadır. (Fahreddin er-Razi, IX. 54).

Şûra'nınTarihçesi

Şûra’nın uygulanma biçimi ve ölçüsü değişmekle birlikte yöneten-yönetilen ayrışmasının ortaya çıktığı ilk dönemlerden itibaren hemen hemen bütün toplumlarca bilinen şura yönteminin en eski örnekleri arasında yer alan eski Yunan şehir devletlerindeki uygulamalar siyaset biliminde özel ilgiye konu olmuştur. Zira bunların en önemlileri olan Isparta ve Atina'da siyasi iktidar, çeşitli seviyelerde meclisler yoluyla ve paylaşılarak kullanılmaktaydı. Roma devlet düzeni içinde başta senato olmak üzere her dönemde yasama, yürütme ve yargılama alanlarında ya da bazı yöneticilerin seçiminde istişare veya bağlayıcı yetkileri olan çeşitli meclislere yer verilmiştir.

İslam öncesi dönemde bilhassa Katolik Hristiyanlarda bir kısım dini meselelerin tartışılıp çözüme bağlanması için yüksek düzeyde din adamlarının “konsil” adı verilen toplantıları da bir tür şûra kabul edilebilir. Ahd-i Cedid'in çeşitli yerlerinde geçen konsil, “millet meclisi” olarak tercüme edilmiştir.İslam öncesi dönemde Araplar da gerek kurdukları krallıkların gerekse şehir devletlerinin ve aşiretlerin yönetiminde şûra yöntemine başvurmuştur. Eski Türk devletlerinde ise, hükümdarların çok sayıda danışman bulundurduğu ve birer danışma kurumu olarak kurultayların düzenlendiği bilinmektedir.

Ayrıca Kur'an-ı Kerim, Sebe Kraliçesi Belkıs'ın devlet yönetimine ilişkin işlerde kavminin önde gelenleriyle istişare ettiğine tanıklık etmektedir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Sebe melikesi (adamlarına) şöyle dedi: “Beyler! Bana çok önemli bir mektup gönderilmiş! Mektup Süleyman’dan gelmekte, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla başlamaktadır; ‘Bana üstünlük taslamayın, gelip bana teslim olun’ denilmektedir.” Kraliçe şöyle dedi: “Efendiler! İçinde bulunduğum durum hakkında bana görüşünüzü açıklayın. Sizin görüşünüzü almadan asla bir işe kesin karar vermem.” Şu cevabı verdiler: “Biz güçlüyüz, zorlu savaşçılarız, yine de yetki senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.” Kraliçe şöyle dedi: “Krallar bir ülkeye girdiler mi, oranın altını üstüne getirirler ve halkının ulularını aşağılanmış duruma düşürürler. Bunlar da öyle yapacaklardır. Ben bunlara bir hediye göndereceğim, sonra bakacağım elçiler ne ile dönecekler?” (Neml Suresi 27/29-35).

Eski Arap şehir devletlerinde yönetim, temsilcilerden oluşan şûra yoluyla gerçekleştirilmesi bakımından eski Yunan şehir devletlerine benzemektedir. Ancak aşiret yapısına bağlı eski Arap toplumunda şûra üyeleri önde gelen ailelerin temsilcileri konumundaydı. Bunların en tipik örneği Mekke şehir devletidir. Mekke'nin siyasi ve idari işleri Kusay b. Kilab tarafından inşa edilen Darünnedve'den yürütülüyordu. Bir nevi asiller meclisi olan bu kurula Kusayoğulları'ndan başka genellikle Kureyş boylarının kırk yaşını aşmış başkanları katılırdı (DİA, VIII, 556). Mekke'de olduğu gibi Palmira'da da benzer bir meclis vardı.

İslam döneminde ise,Hz. Peygamber Müslümanlara şurayı emrettiği gibi kendisinin de genel ya da özel işlerde ashabı ile görüş alışverişinde bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Resül-i Ekrem, ilk Müslüman toplumun var olma mücadelesinde belirleyici önemdeki her kararı ashabı ile istişare ederek almıştır. Bunlar arasında Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının çeşitli aşamaları, Bey'atür-ridvan ve Hudeybiye Antlaşması örnek verilebilir. Hicretin 3. yılında (625) Kureyş ‘in savaşmak için Medine'ye yöneldiği öğrenilince Hz. Peygamber, Medine'de kalınıp savunma yapılması kanaatinde olmasına rağmen müşriklerin şehir dışında karşılanmasını daha yerinde bulan çoğunluğun görüşüne uymuş ve savaş Uhud’da gerçekleşmiştir. (Vakıdi, I/209-214; İbn Hişam,III/.67-68.)

Resülullah (S.A.V.)’den sonra Müslüman yöneticiler, şura yöntemine uygun davranmışlardır. Hz. Ebu Bekir'e biat edilmesi, dinden dönen ve zekât vermeyi reddeden kabile ve topluluklara savaş açılması, Kur'an'ın cem'i ve Hz. Ömer’in halife olarak belirlenmesi Hz. Ebu Bekir döneminde istişare yoluyla alınan önemli kararların örneklerindendir. Hz. Ömer de devlet teşkilatının oluşturulması yanında yasama, yürütme ve yargılamaya ilişkin konularda sahabenin önde gelenleriyle istişare etmiş, kararlar ancak ortak bir yaklaşıma ulaşıldıktan ya da en azından ağırlıklı görüşün ortaya çıkmasından sonra yürürlüğe konulmuştur. Hz. Ömer'in, ashabın ileri gelenlerine Medine'nin uzağındaki yerlere yerleşme izni vermemesinin en önemli gerekçelerinden biri, devlet yönetimindeŞûra yöntemini işlevsel kılmaktı. Daha sonra sahabenin başka merkezlere dağılmasıyla ortaya çıkan politik kargaşa, onun bu öngörüsünün isabetini kanıtlamaktadır. Ayrıca sahabe dönemi icma örneklerinin ortaya çıkışında ve klasik icma teorisinin meydana gelişinde, Hz. Ömer’in şuraya dayalı yönetim anlayışının ve bu usulle gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerin etkili olduğu söylenebilir.Hz. Osman'ın ve Hz. Ali'nin hilafetinde de şûraya ilke düzeyinde bağlı kalındığı söylenebilir. Sahabe döneminden günümüze kadar şûra geleneği devam etmiştir.

Şûra’nınÖnemi

Kur'an-ı Kerim'in kırk ikinci süresi Şûra adını taşıdığı gibi bu sürenin 38. ayetinde şûra kelimesi geçmekte, ayrıca iki ayette aynı kökten türeyen “teşavür” ve “şavir” (Al-i İmran 3/159) kelimeleri yer almaktadır. Bunlardan “karşılıklı danışma” anlamındaki teşavür, çocuğun iki yıl dolmadan sütten kesilmesine eşlerin karşılıklı istişare ile karar verebileceklerini belirtmektedir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Emzirmeyi tamamlamak isteyen için analar çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Onların normal ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini sağlamak da çocuk kendisinden olanın (babanın) borcudur. Hiç kimse gücünü aşan bir şeyle yükümlü kılınamaz. Ne ana çocuğu yüzünden zarara uğratılsın ne de babası çocuğundan dolayı zarar görsün. Kendisine miras kalan kimseye de benzer yükümlülük vardır. Ana baba karşılıklı danışarak ve anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse bundan dolayı onlar için bir sakınca yoktur. Çocuklarınızı sütannelere emzirtmek isterseniz münasip olan ücreti verdiğiniz takdirde sizin için bir günah yoktur. Allah’ın koyduğu kurallara aykırı davranmaktan sakının ve bilin ki Allah yaptıklarınızın tamamını görmektedir.(el-Bakara 2/ 233)

Ailevi bir meselede bile istişarenin emredilip eşlerin karara eşit düzeyde katılmasının aranması, ortak sorumluluk gerektiren konularda tek taraflı iradeye dayalı uygulamanın uygun görülmediğini vurgulamaktadır. Şavir kelimesini içeren ayette ise, Hz. Peygamber'e iş hususunda müminlerle istişare etmesi emredilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.”Bu ifadeyle ilgili yorumlardan birinde esasen Resul-i Ekrem'in danışmaya ihtiyacı bulunmadığı, ancak bu emirle kendileriyle istişare ederek müminlere değer verdiğini göstermesinin, böylece onların ihlas ve itaatlerinin artıp güçlenmesinin amaçlandığı ileri sürülmektedir. Bir diğer yaklaşım da müşavereyi Resülullah'ın Müslüman topluma örnek olma konumuyla açıklamaktadır. Daha dikkate değer bir görüş ise söz konusu müşavere emrini, Hz. Peygamber'in akıl yönünden üstünlüğünü teslim etmekle birlikte, onun dünyevi meselelerin çözümünde gerekli bilgilerin tamamına sahip bulunmadığı ve başkalarının fikir ve birikimlerinden de yararlanmaya ihtiyaç duyabileceği biçiminde yorumlanmaktadır.

Şûra kelimesinin geçtiği ayet,“Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri de aralarındaki danışma ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar.” (ŞûrâSûresi, 42/38) biçiminde bildirmeli (ihbar!) önerme yapısında sevk edilip ilk Müslüman toplum bakımından bir övgü anlamı taşımakla birlikte, ayetin aynı zamanda sonraki Müslüman toplumlara yönelik bir istek öngördüğü, dolayısıylaŞûra’nın Müslüman toplumun bir karar alma yöntemi olarak belirtildiği açıktır.

Şûra’nın Müslümanların diğer temel nitelikleri (iman etme, namaz kılma, infakta bulunma ve zulmü engelleme) arasında zikredilmesi ve bu ayetin yer aldığı sureye Şûra adının verilmesi de şûraya atfedilen önemin göstergesidir. Öte yandan birçok ayette şûra kelimesi kullanılmadan danışmanın önemine dikkat çekilmektedir. Mesela Hz. Musa’nın, peygamber olarak görevlendirildiğinde kardeşi Harun’un kendisine yardımcı yapılması ve işine ortak edilmesi yönündeki duası “Yakınlarımdan birini bana yardımcı ver.Kardeşim Hârûn’u.Onunla gücümü pekiştir. Onu da görevime ortak et.”(Taha 20/ 29-32)Birdiğer ayette ise Hz. Süleyman'ın kendisine itaat etmelerini isteyen mektubunu aldığında,Sebe Kraliçesi Belkıs'ın, halkın temsilcisi konumundaki kişilerden nasıl davranması gerektiği hususunda görüşlerinin sorulduğu bildirilmekte ve onların görüşlerini almadan hiçbir önemli meseleyi karara bağlamadığı yolundaki sözü nakledilmektedir. “Kraliçe şöyle dedi: “Efendiler! İçinde bulunduğum durum hakkında bana görüşünüzü açıklayın. Sizin görüşünüzü almadan asla bir işe kesin karar vermem.” Şu cevabı verdiler: “Biz güçlüyüz, zorlu savaşçılarız, yine de yetki senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.” (Neml Suresi 27/28-33). Bu olay, tarihsel süreç dikkate alındığında iktidarın kullanımına toplumun temsilcilerinin katılması hususunda önemli bir aşamaya işaret etmektedir.

Sonuç itibariyle diyebiliriz ki;

-Hz. Peygamberin her şeyde bize örnek olduğu gibi Şûra yöntemini kullanma hususunda da bize örnektir.

-Devlet yönetiminde şuranın önemli bir yerinin bulunduğu

-Müslümanların tüm işlerinde Şûra esasına dayanarak yürütmeleri dini bir vazife telaki etmektedir.