Tevekkül İslam’ın önem verdiği en önemli kavramlardan biridir. Çünkü ancak tevekkül ile Allah’a hakkıyla güven sağlanabilir. Öneminden dolayı bu yazıda Lütfi Şentürk hocanın diyanet dergisinde yayımlanan Tevekkül Ve Kader yazısına yer verilecektir.

“Tevekkül, insanın her işinde Allah’a güvenmesi ve O’na dayanmasıdır. Bu inanç insana güç verir, kuvvet verir Allah’a tevekkül, Müminlerin niteliklerindendir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: "Müminler, ancak o kimselerdir ki, Allah anılınca yürekleri ürperir, onlara Allah’ın ayetleri okununca, o ayetler onların imanlarını artırır ve onlar yalnız Rablerine dayanıp güvenirler.’ buyrulmuş ve mü’minlerin niteliklerinden birinin de tevekkül olduğu bildirilmiştir.

İbn-i Abbas (r.a.)’ın rivayetine göre, peygamberimiz, kendisine Peygamberlere uyanların gösterildiğini, en kalabalığın kendisine uyanlar olduğunu, bunlardan yetmiş bin kişinin hesap vermeden ve azap görmeden cennete gireceğinin bildirildiğini söylemiş ve bunların kimler olduğunu açıklamadan sözünü tamamlayarak kalkıp evine girmiştir. Halk, hesapsız ve azapsız cennete girecek bu yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında yorum yapmaya başlamışlardır. Bazıları, bunlar, Peygamberimizin sohbetinde bulunma şerefi ile şereflenmiş kimseler olsa gerek, dediler. Bazıları, bunlar, İslamiyet geldikten sonra doğmuş, Allah’a ortak koşmamış kimseler olsa gerek, dediler. Birçok şeyler söylediler. Bu esnada Peygamberimiz bunların yanına geldi ve:

Ne hakkında konuşuyorsunuz? dedi.

-Hesapsız ve azapsız cennete girecekler hakkında konuşuyoruz, dediler Bunun üzerine Peygamberimiz: "Bunlar efsun (büyü) yapmazlar, yaptırmak da istemezler, teşe’üm etmezler (uğursuz saymazlar) ve ancak Rablerine tevekkül ederler" buyurdu.

Değerli müminler!

Görülüyor ki, mü’min, kendisini yaratan ve yaşatana güvenecek ve O’na bağlanacaktır. Ölmeyen, sarsılmayan, sonsuz kudret ve güç sahibi olan ancak O’dur, O’ndan başka her şey fanidir ve yok olacaktır.

Ancak her şeyde olduğu gibi tevekkül konusunda da örnek alınacak yine peygamberimizdir. Kur’an-ı Kerim Peygamberimize her zaman Allah’a güvenmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor: "(Ey Muhammed) Karar verip azmettiğin zaman Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever."

Ayet-i Kerime, önce istişare yapıldıktan ve gerekli tedbirler alındıktan sonra karar verilince artık Allah’a güvenip dayanılmasını emrediyor.

Tevekkül demek, görevi Allah’a havale etmek değil, kul kendisine düşeni yaptıktan sonra sonucu yani kararı Allah’a bırakmak ve O’na güvenmektir. Bir çokları bu konuyu yanlış anlıyorlar. Tevekkülü, görevi terketmek sanıyorlar. Yani kulluk görevlerinin yerine getirilmesini Allah’a havale edip, emir ve komuta mercii olarak kendilerini görmek istiyorlar. İsrailoğullarının vaktiyle Hz. Musa’ya: "Ey Musa, git, sen ve Rabbin, ikiniz savaşınız. İşte biz burada oturup duracağız" dedikleri gibi demek isterler. Bu ise Allah’a tevekkül ve güvenmek değil. O’nun emrine güvensizliktir, tevekkülsüzlüktür.

Tevekküle en güzel örnek çiftçidir. Vaktinde usulüne göre tarlasını eker. Sonrasını Allah’a bırakır. Böyle yaptığı yani görevini yerine getirdiği takdirde Allah o kimseyi rızıklandırır. Peygamberimiz bu konuda kuşları örnek veriyor ve şöyle buyuruyor: "Sizler Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz (sabahleyin yuvasından) aç olarak gidip (akşamleyin) tok olarak dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı." Dikkat edilirse Peygamberimiz, tevekkül eden kimsenin önce kendisine düşeni yapması ve çalışması, sonra da Allah’a tevekkül etmesi gerekmektedir. Çünkü yatarken kuşların rızıkları ayaklarına gelmiyor. Karınlarını doyurmak için Allah’ın yarattığı rızkı kendileri arayıp buluyorlar.

O halde tevekkül, insanın kendisini ihmal etmesi ve çalışmayı bırakarak, "nasıl olsa Allah benim rızkımı verecektir" demek, değildir. Bu konuda şöyle bir hikaye de anlatılır: Vaktiyle medresede okuyan öğrencilerden birisi şöyle demiş: “Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de: "Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’ın üzerinedir" buyuruyor. O halde ben rızık için çaba harcamamalıyım. O gelir beni bulur. Yeter ki ben Allah’a tevekkül edeyim” demiş. Arkadaşları, bunun yanlış olduğunu söyleyerek kendisini uyarmaya çalışmışlarsa da dinlememiş. Her öğün yemek için öğrenciler tabakları ile birlikte sıraya girip yemek alıyorlar. Bu öğrenci sabah çorbası dağıtılırken sıraya girmemiş, "Nasıl olsa aşçı gelir beni bulur ve yemeğimi verir" demiş. Aşçı her zamanki gibi sıraya girenlere yemeği dağıttıktan sonra "Başka yemek almayan var mı?" diye seslenmiş, cevap alamayınca bırakıp gitmiş. Bu öğrenci aç kalmış. Öğle olunca aşçı gelmiş, yine sıraya girenlere yemeği dağıtmış ve sabah çorbasını dağıtırken yaptığı gibi yine seslenmiş, "Yemek almayan var mı?" Cevap alamayınca tam gitmek üzere iken, odasında yemeğin ayağına gelmesini bekleyen öğrenci, yine aç kalacağını anlayınca, öksürmüş. Bunu duyan aşçı, "Ne öksürüyorsun? Yemek istiyorsan tabağını uzat, yemek vereyim" demiş, öğrenci de tabağı ile gelmiş ve yemeğini alıp karnını doyurmuş. Sonra da arkadaşlarına: "Allah rızkımızı vereceğini bildirmiş, ama öksürmeden de vermiyor", demiş.

Evet, her canlının rızkını Allah veriyor. Ancak kuşlar örneğinde olduğu gibi bu rızkı çalışarak elde etmek de kulun görevi. Kul bu görevini yapmaz da "Allah’a tevekkül ettim, O benim rızkımı verir" derse, bunun anlamı, benim görevimi Allah yapsın demek olur ki, yanlış olur ve böyle bir tevekkülü Allah emretmemiştir.

Allah Teala her canlının rızkını vereceğini va’detmiştir. Bu rızkın elde edilmesi için de birtakım sebepler yaratmıştır. Bu sebeplere yapışmak ve Allah’ın takdir ettiği rızkı arayıp bulmak, insanın görevidir. "Rızkım varsa nasıl olsa beni bulur" deyip oturmak, sonra da, "Ben Allah’a tevekkül ettim, O benim rızkımı verecektir" demek yanlıştır. Allah’ın böyle bir adeti yoktur. Allah, rızkını arayana ve çalışana verir. Bakınız Allah Teâlâ ne buyuruyor: "insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." Bu ayeti kerime, insanın çalışmasından başka bir şey eline geçmeyeceğini çok açık bir şekilde ifade etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de tedbir ile ilgili ayet-i kerimelerden bazılarını burada hatırlatmak yararlı olur. Hz. Musa, Fir’avn’ın zulüm ve baskılarına dayanamayacak hale gelince, kendisine inananlarla birlikte Mısır’dan ayrılmasına Allah Teâlâ izin vermiş, alacağı tedbir konusunda da kendisine şöyle emretmiştir. "Kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz takip edileceksiniz." Peygamber olan Hz. Musa Allah’ın emri ile Mısır’ı terkettiği halde alacağı tedbir konusunda da Allah tarafından uyarılmıştır.

Peygamberimizin de Mekke’den Medine’ye hicret için kendisine Allah tarafından izin verildiği halde benzer tedbire başvurduğunu görüyoruz. Medine’ye gidecektir. Medine ise Mekke’nin kuzeyindedir. Ama bir tedbir olmak üzere Peygamberimiz Medine’ye ters yönde bulunan Sevr dağına geliyor ve burada saklanıyor. Çünkü müşrikler onun Medine’ye gideceğini düşünerek onu o yönde aramaya koyulacaklardır. İşte Peygamberimiz bu tavrı ile bize, tedbir almadan Allah’a tevekkül etmenin, Allah’ın emrettiği tevekkül olmayacağını öğretiyor.

Bunun en güzel örneği Peygamberimizdir. O, insanları Allah’ı tanımaya ve yalnız O’na ibadet etmeye çağırdığı zaman yalnızdı. İçinde doğup büyüdüğü toplumun ileri gelenleri, söz sahipleri ona karşı idiler. Sadece amcası Ebu Talip onu koruyordu. Fakat O, amcası Ebu Talip’e değil, Allah’a güveniyordu. Nitekim Ebu Talip, Mekke müşriklerinin kendisine Peygamberimizi himaye etmekten vaz geçmesi hususunda yaptıkları baskıya dayanamaz hale gelmişti. Bunun üzerine Peygamberimizin bu davadan vazgeçmesini isteyen sözler söylemesi üzerine Peygamberimiz: "Amca, vallahi, bu işi bırakmam için bir elime güneşi, diğer elime ay’ı koysalar, ben yine bu davadan vazgeçmem. Ya, Allah onu bütün cihana yayar, görevim biter, ya da bu yolda ölür giderim", diyerek Allah’a olan sonsuz güvenini gösterdi." Peygamberimiz Allah’a öyle güvenmişti ki, ilk defa kendisine inanan arkadaşlarına bu güvenini şöyle ifade etmişti: "Allah’a yemin ederim ki, bu din her halde ve muhakkak surette kemale erecektir."