Hz. Ümmü Süleym, Resûlullah’tan ayrı kalmaya tahammül edemezdi. Onun en güzel günleri, tehlikeli de olsa, sıkıntılı da olsa, Resûlullah ile beraber olduğu anlardı. Bir gün Peygamberimiz hac için Mekke’ye gidiyordu. Bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Biraz sonra hareket edilecekti. Ümmü Süleym de onunla beraber bulunmak istiyordu. Fakat maddeten buna imkânı yoktu. Bu sebeple üzüntülüydü. Dokunulsa ağlayacaktı. Peygamberimiz, “Ey Ümmü Süleym, bu yıl bizimle hacca gelir misin?” buyurdu. Ümmü Süleym, üzgün bir şekilde, “Yâ Resûlallah, kocamın iki binek hayvanı var. Bunlardan birine kendi, diğerine de oğlu binecek.” dedi. Peygamberimizin, bu fedakâr hanımın üzülmesine gönlü razı olmadı. Hanımlarının yanına alarak onu da götürdü. Ümmü Süleym’in (r.anha) sevincine artık diyecek yoktu.[5]
Ümmü Süleym (r.anha), Resûlullah’ın sırrını kimseye söylemediği gibi, oğlu Enes’e de onun sırrını kimseye söylememesi için tembihte bulunurdu. Hz. Enes bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor:
“Ben çocuklarla birlikte oynarken Resûlullah (a.s.m.) yanımıza geldi ve selam verdi. Sonra beni bir iş için gönderdi. Bu yüzden annemin yanına dönmekte geciktim. Geldiğim zaman annem bana ‘Niçin geciktin?’ diye sordu. ‘Resûlullah beni bir iş için göndermişti.’ dedim. Annem ‘Resûlullah’ın işi neydi?’ dedi. Ben, ‘Bu bir sırdır, kimseye söyleyemem!’ dedim. Bunun üzerine annem, ‘Öyleyse Resûlullah’ın sırrını kimseye anlatma!’ diye tembihte bulundu.”[6]
* * *
Ümmü Süleym (r.anha) son derece hayâlı biri olduğu hâlde, mahrem meseleleri Resûlullah’a sormaktan çekinmezdi. O, hayânın öğrenmeye mâni olmaması gerektiğinin şuurundaydı. Böylece birçok ailevi konu, onun Resûlullah’a yönelttiği sorular vasıtasıyla açıklığa kavuştu. Bir defasında zihnini meşgul eden bir meseleyi sormak için Resûlullah’ın huzuruna geldi, “Yâ Resûlallah, rüyasında erkeğin gördüğü suyu gören kadının gusletmesi gerekir mi?” diye sordu. Peygamberimiz, “Evet, kadın onu rüyasında görüp meni çıkarsa, gusletmesi gerekir.” buyurdu. Müminlerin annesi Ümmü Seleme de (r.anha) oradaydı. “Yâ Resûlallah, kadının suyu olur mu?” diye sordu. Peygamberimiz (a.s.m.), “Evet, var. Erkeğin suyu koyu, beyazdır. Kadınınki ise ince, beyazdır. İki sudan hangisi önce gelir veya diğerine galip olursa, çocuk onun sahibine benzer.” buyurdu.[7]
Gerek Resûlullah ile devamlı beraber olduğu için, gerekse birçok meseleyi Resûlullah’tan sorması sebebiyle, Ümmü Süleym (r.a.) ilimde müstesna bir yer kazandı. Öyle ki, sahabiler çözemedikleri bazı mahrem meseleleri ona sorarak öğrenirlerdi. Bir ara âlim sahabilerden Zeyd bin Sâbit ve Abdullah ibni Abbas (r.a.), hacla ilgili bir meselede ihtilafa düşmüşlerdi. Hz. Zeyd, ziyaret tavafını yaptıktan sonra hayız olan bir kadının veda tavafını da yapması gerektiğini söylüyordu. İbni Abbas da (r.a.), böyle bir kadının, isterse Kâbe’den ayrılabileceğini ifade ediyordu. Anlaşamadılar, meseleyi Ümmü Süleym’den (r.anha) sormaya karar verdiler. Ümmü Süleym (r.anha), Hz. Safiyye’nin ziyaret tavafını yaptıktan sonra âdet gördüğünü, Peygamberimizin Hz. Safiyye’nin âdetten kurtulup veda tavafını yapmasını beklemeden Medine’ye hareket etmeyi emir buyurduğunu söyleyerek meseleyi halletti.[8]
Bu büyük İslam kadını, birkaç tane de hadis rivayet etti. Bunlardan birisi şu mealdedir:
“Müslüman bir kadının üç çocuğu bülûğ çağına gelmeden ölürse, Cenâb-ı Hak fazl ve rahmeti ile onu cennete koyar.” Resûlullah’a “İki çocuğu da ölse böyle midir?” diye soruldu. O, “Evet, iki çocuğu da ölse…” cevabını verdi.[9]
Evet, Resûlullah sevgisiyle yanıp tutuşan, İslam’a bütün varlığıyla, cansiperane hizmet eden Ümmü Süleym (r.anha), elbette bu hizmetinin mükâfatını görecekti. Peygamberimiz bir hadislerinde onun uhrevi derecesine işaretle şöyle buyuruyordu:
“Cennete girdim, önümde bir hışırtı işittim. Bir de ne göreyim? Milhan kızı Gumeysâ değil mi!”[10]