Zor zamanda dindar olanlar, bütün zorluklara rağmen dinlerini yaşamışlar ve ilahi emaneti gelecek nesillere taşımışlardır.

Her peygamber başlangıçta dini tebliğ ve aşama da zorluk çektiği gibi, didarlar da çeşitli baskı ve işkenceler maruz kalmışlardır. Firavun’un, Nemrud’un, Neron’un, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in ve benzerlerinin mü’minlere neler çektirdiği malumdur. El ve ayakların çaprazlama kesilmesi, inananların açılan hendeklerde ateşe atılmaları, çarmıha gerilmeleri, aç bırakılmaları vs.

ZOR ZAMANLARDA DİNDARLIK

Zor zamanda dindar olanlar, bütün zorluklara rağmen dinlerini yaşamışlar ve ilahi emaneti gelecek nesillere taşımışlardır. Bu fedakârlıklarından dolayı onlar Mevlâ tarafından daima hayırla, övgüyle yâd edilmişlerdir. “İlk Müslüman olanı muhacirler ve ensar ile iyilikte onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur.” (Tevbe, 100)

Belli ikbal dönemlerinden sonra çeşitli sebepler ve şartlar neticesinde ilk aşk, heyecan ve fedakârlıkların yavaş yavaş kaybolması, dünyevileşmenin ön plana çıkması, başlangıçta olduğu dini yaşamayı zorlaştırmış, imanı korumak bile mesele haline gelmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sıkıntılı dönemlerin geleceğini haber vermiş ve o dönemlerde gelmiştir. “Öyle zaman gelecek ki; dininde sabreden elinde kor tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizi, fiten, 73)

DİNİ RAHATÇA YAŞAMAK

Dinin rahatça yaşanması; dini ve dindarları rejimleri ve saltanatları için tehlikeleri gören diktatörler tarafından engellendiği gibi, değişen zihniyet ve hayat şartlarında dindarlığı zorlaştırdığı malumdur.

Özellikle günümüzde teknolojinin sağladığı imkânlarla son derece cazip hâle dünyamızda ahireti ön planda tutmak, ibadetleri titizlikle yerine getirmek hayli zorlaşmıştır. Buzdolabından, radyo, televizyona, akıllı telefondan, internete, özel otomobile kadar ortaya konan harika icatlar çağdaş insanın başını döndürmüş, onu dört bir yanından kuşatmıştır. Bunlar özendirici reklamlarla mutlaka sahip olunması gereken hayati nesneler haline getirilmekte, bunları elde etmek için insanlar haram-helal demeden para kazanma yarışına girmekte, elde edemedikleri durumlarda strese girmekte, kimyaları bozulmaktadır. İnsanlar teknolojinin önce hayranı sonra da esiri oluyorlar.

Merhum Emin Işık hocanın ifade ettiği gibi; “Bu câzip ve sanal dünyanın büyüsüne kapılan ve kendini unutan çağdaş insanın mânevîyata ayıracak ne vakti ne de takati kalmıştır. Çünkü çağdaşlığın ona sunduğu hayatın içinde ruhsala ve kutsala yer verilmemiştir. O tıpkı bir vagon gibi önüne döşenen ray üzerinde yol almaya mahkûm edilmiştir. Etrafına maddî ihtiyaçlardan öyle kalın duvarlar örülmüştür ki, onları aşıp ta kendi kendisiyle yüz yüze gelmesine imkân verilmemiştir. Çağımız insanı pek çok dünya metaına sahip olmuştur, fakat kendi hayatına sahip olamamıştır. Kendi istediği hayatı değil, kendisinden istenen hayatı yaşamaktadır.

Çağdaş insan maddî ihtiyaçlarla çevrili bir dünyada yaşadığı için din ve mânevîyat karşısında, yüzme bilmeyen insanın denizden korktuğu gibi bir korkuya kapılıyor.” (Emin Işık, Aşkı Meşk Etmek, sh. 24-25)

Haberleşmenin, iletişimin yoğun olduğu bir çağda yaşıyoruz. Eskiden olduğu gibi sırf geleneğe bağlı kapalı devre bir dindarlık yetmiyor. Eskiden yetişme çağındaki gençler, şimdiki gibi televizyon kanallarının, internet sitelerinin saldırılarına maruz kalmıyor, aileden ve çevreden öğrendikleri ve gördükleri dindarlıkla yetiniyorlardı. Büyükleri taklit onlara yetiyordu. Şimdilerse ise taklit hiçbir işe yaramıyor. Herkes her şeyi sorguluyor. İnsanlar kolay ikna olmuyor. Özellikle de menfi anlamdaki algı operasyonları insanların doğruyu görmelerini engelliyor. İnsanlar kolay ikna olmuyor. Özellikle de menfi anlamdaki algı operasyonları insanların doğruyu görmelerini engelliyor. Korkunç bir bilgi kirliliği içinde neyin doğru neyin yanlış olduğu seçilemiyor.

KAZANMA YARIŞI

Reklamlarla köpürtülen arzular insanı esir ediyor. Kazanma yarışı hayatı acımasız bir savaş haline sokuyor. Bu savaş; maddenin manaya, bedenin ruha karşı olan savaşıdır. Maddeden ve maddî kuvvetten başka bir şey tanımayan materyalist dünya görüşü, insanı insan yapan ahlâkî ve mânevî değerleri fazlasıyla sormuştur. Paranın, kaba kuvvetin, menfaatin putlaştırıldığı bir dünyada insanın adeta yırtıcı bir hayvan kesilmesinin önüne nasıl geçilecek? İnsanın, insanın kurdu edildiği bir dünyada yoksullar ve mazlumların yurdu neresi olacak? Kendi kendini durmadan örseleyip tahrip eden bu materyalist dünyada sonu topyekün intihar olan bu gidişi durdurmanın tek yolu yeniden ahlâkî ve mânevî değerlere dönüştür. Maddî arzu ve ihtisasların tutuşturduğu bu yangın maddî körüklenmeyle daha fazla yayılır ve dünyamız cehenneme döner.

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI

Çağımızın hastalığı kafa ve kalbin boş, midenin dolu olmasıdır. Midenin açlığını gidermek kolaydır. İhtiyaç; asgari manada ekmek ve suyla giderilir. Fakat kalbin ve gözün açlığı kolay giderilemez. Muhteris kimseye “açgözlü” denir. Arzular sonsuz olduğu için onları sınırlı imkânlarla tatmin etmek mümkün değildir. Aç gözlülüğün nihai çaresi iman ve kanaattir. Zenginlik mal çokluğu ile değil göz ve gönül tokluğu iledir. “Onlar iman eden ve Allah’ı zikretmekle kalpleri huzura kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki, gönüller ancak Allah’ı zikretmekle huzura kavuşur.” (Ra’d, 28)

Maddî açlık refah seviyesi yüksek olan kesimlerde daha fazla görülmektedir. Sağlanan bütün maddî imkânlara rağmen hâlâ huzursuzluk ve tatminsizlik söz konusu ise problemin maddî değil, mânevî olduğu aşikârdır.

 Bu, iddialı bir ifade olarak görülebilir. Fakat tarihin ve tecrübenin ortaya koyduğu gerçek budur.

Din ve ahlâk kuralları ferdi çıkarlardan önce toplumun yararını gözetir. Materyalistler ise önce şahsi çıkarlarını düşünürler. Bu anlayış fertle toplumu karşı karşıya getirir, neticede bir savaş ortamı oluşur. Bunu önlemenin yolu menfaati değil merhameti ve sevgiyi ön plana çıkarmaktır. Bu da mânevî duyguların canlandırılmasına, aç gözlüğün yerine kanaatin hâkim kılınmasına bağlıdır. Bu da ancak gerçek dindarlıkla mümkündür.

Dindarlığın son derece zorlaştığı bir zamanda da olsak, inançsızlığın getirdiği zorluk ve tehlikeleri aşmanın mânevîyata dönmekten başka çaresi yoktur. Senelerce önce okuduğum Amerikalı bir psikoloğun yazdığı “Dine Dönüş” kitabında da aynı tespit yapılmıştı. Batıyı iyi bilen, her şeyi inceledikten sonra İslam’da karar kılan R. Garaude de aynı şeyi söylüyor: Ya iman ya da hiçlik.

Bu zor zamanda dini duyguların canlandırılması, yeni neslin ateizmin, deizmin karanlığından kurtulması için güçlü bir din eğitiminin zaruri olduğu ortadadır. Bu eğitim, her şeyden önce hurafe ve safsatalardan arındırılmalı, dünyanın geldiği durum dikkate alınarak ihtiyaç nispetinde en yeni ve etkili metotlarla verilmelidir. Meselenin özüne inilerek ve önem sırasına göre, sevgi ve iknaya dayalı olarak yürütülmelidir. Akl-ı selime, kalb-i selime, zevk-i selime dayanmayan gayretlerin semeresi olmaz.