CÖMERTLİK KUTBU
Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh, İki Cihan Güneşi Efendimiz’in dâr-ı beka’ya irtihalinde on yaşlarında genç bir sahâbî idi. Efendimize olan muhabbeti, hizmeti yanında cömertliği ile de çevresinde şöhret bulmuştu. Bu sebeple o, “bahrü’l-cûd” cömertlik denizi ve “kutbü’s-sehâ” cömertlik kutbu lakabıyla anılır oldu. Onun cömertliği ile ilgili birkaç hatıra kitaplarda şöyle nakledilir:
“-Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh bir seyahat esnâsında bir hurma bahçesine uğradı. Bahçenin hizmetçisi siyâhî bir köle idi. Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi. Bu sırada bir köpek geldi. Köle, ekmeklerden birini ona attı. Köpek, ekmeği yedi. Öbürünü attı. Onu da yedi. Üçüncüyü de attı. Onu da yedi. Bunun üzerine Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh ile köle arasında şöyle bir konuşma geçti:
“–Senin ücretin nedir?”
“–İşte gördüğünüz üç ekmek.”
“–Niçin hepsini köpeğe verdin?”
“–Buralarda hiç köpek yoktu. Bu köpek uzaklardan gelmiş olmalı. Aç kalmasına gönlüm râzı olmadı.”
“–Peki bugün sen ne yiyeceksin?”
“–Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim.”
Bu güzel ahlâk karşısında hayran kalan Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh:
“–Sübhânallah! Bir de benim çok cömert olduğumu söylerler. Halbuki bu köle benden daha cömertmiş!” buyurdu. Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı ve köleyi âzâd edip, hurmalığı ona bağışladı. (Gazali, Kimya-yı Saadet, terc. A. Faruk Meyan, İstanbul 1977, s. 467)
Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh’ın ikinci hatırası da şöyledir:
“-Zübeyr İbni Avvam radıyallahu anh’den dört yüz bin alacağı vardı. Zübeyr’in oğlu Abdullah’a geldi ve: “–Dilerseniz alacağımdan vazgeçip bağışlayayım” dedi. Abdullah: “–Hayır” dedi. Bunun üzerine Abdullah ibni Cafer: “–Şayet borcunuzdan bir bölümünü tehir etmek isterseniz, benim alacağımı geri bırakabilirsiniz” dedi. Zübeyr’in oğlu Abdullah: “–Hayır, bunu da istemiyoruz” dedi.
Abdullah ibni Zübeyr radıyallahu anhümâ, babasının borçlarını ödeyip bitirince, kardeşleri Abdullah’a: “–Mîrâsımızı aramızda taksim et!” dediler. Abdullah:
“–Allâh’a yemin ederim ki, dört sene süreyle hac mevsiminde; «Kimin Zübeyr’de alacağı varsa bize gelsin, borcunu ödeyelim» diye îlân etmedikçe, onun mîrâsını paylaştırmayacağım” dedi. Dört sene boyunca bu şekilde îlân etti. Dört sene geçince, mîrâsı taksim etti. (Buhârî, Fardu’l-Humus, 13)
Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh’ın bir hac yolunda misafir kaldığı kişiye gösterdiği cömertliği de çok meşhurdur. Misâfirperverliğin mükâfâtını ödemek istercesine sergilediği davranışlar insanlık için ne kadar güzel ve ne kadar ibretlidir. Şöyle ki: “-Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin ve Abdullah ibni Cafer radıyallahu anhüm üçü birlikte hac için Medîne-i Münevvere’den yola çıkmışlardı. Yolda eşyalarını kaybettiler. Aç ve susuz kaldılar. Çölde bir çadır görüp yanına yaklaştılar. Çadırda sadece yaşlı bir kadıncağız vardı. Kadına içecek bir şeyi olup olmadığını sordular. Kadın: “–Bir koyunum var, sütünü sağıp için” dedi. Sütü sağıp içtikten sonra, aç olduklarını, yiyecek bir şey olup olmadığını sordular. Kadın: “–Bu koyundan başka bir şeyimiz yok. Kesin de size pişireyim” dedi. Koyunu kesip yediler. Oradan ayrılacakları sırada: “–Biz Kureyş Kabîlesi’ndeniz, hacca gidiyoruz, sağ sâlim Medîne’ye dönersek, bizi bulmayı ihmâl etme! Yaptığın iyiliğin karşılığını vermek isteriz.” dediler.
Akşam kadının kocası eve gelip durumu öğrenince karısına kızarak: “–Bilmediğin kimselere koyunu nasıl yedirdin! Kureyş’ten birkaç kişi, diyorsun. Bu şekilde onları nasıl bulabiliriz?” diye söylendi.
Bu âile bir zaman sonra Medîne’ye göç etmek durumunda kaldı. Etraftan tezek toplayıp satarak geçimlerini temin ediyorlardı. Birgün Medîne sokaklarından geçerken, Hazret-i Hasan’ın evine tesâdüf ettiler.
Kapının önünde oturmakta olan Hasan radıyallahu anh kadını tanımış, fakat kadın kendisini tanıyamamıştı. Hemen yanlarına yaklaşıp, yaptıkları iyiliklerini hatırlatarak kadına pek çok altın ve koyun vererek Hazret-i Hüseyin’e gönderdi. O da aynı şekilde hediyelerle ikramda bulunduktan sonra Hazret-i Cafer’e gönderdi. O da Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in verdiklerinin iki mislini vererek onları uğurladı.
Peşlerinden kendi kendine şöyle dedi: “–Önce onlara uğradığınız iyi olmuş... Çünkü önce bana gelmiş olsaydınız onlar zor durumda kalırlardı” diye kardeşlerini düşünmüş ve onların zorda kalmalarına gönlü asla razı gelmemiştir. (Bkz. Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, s. 463-464)
Abdullah ibni Cafer radıyallahu anh, Cemel ve Sıffın olaylarına katıldı. Hazreti Ali’yi radıyallahu anh şehit eden İbni Mülcem hakkındaki kısas hükmünü bizzat kendisi infaz etti.
O, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den yirmi beş kadar hadis-i şerif rivayet etmiştir. Kendisinden de iki oğlu İsmâil ve İshak ile ileri gelen tâbiîlerden Kâsım İbni Muhammed ve Urve İbni Zübeyr gibi âlimler hadis rivayet etmiştir.
DİRİLERE TELKİN
Abdullah Bin Cafer babasından radıyallahu anh naklen anlatıyor:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lâ ilâhe illallahu’l-Halîmu’l-Kerîm, Sübhânallahi Rabbi’l-Arşı’l-Azim, Elhamdulillahi Rabbi’l-Âlemin” demeyi telkin edin!” buyurdu. Yanındakiler: “Ey Allah’ın Resûlü! Bunun sağlara telkini nasıldır?” dediler. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Daha güzeldir, daha güzeldir!” buyurdular.” (İbn Mâce,Cenâiz, 3)