Allah’a yakınlığın dereceleri nelerdir? Kulun Rabbiyle buluşmasının diğer bir ifadeyle O’na kurbiyyetinin (yakınlığının) üç mertebesi.

İnsana yapılan en şerefli hizmet, onu Allah ile buluşturmaktır. Bu buluşmanın önündeki engellerin kaldırılması ve perdelerin açılması, bir cihad / mücâhede faaliyetidir.

ALLAH’A YAKINLIĞIN ÜÇ DERECESİ

Kulun Rabbiyle buluşmasının diğer bir ifadeyle O’na kurbiyyetinin (yakınlığının) de mertebeleri vardır:

  1. İman mertebesi
  2. İslâm mertebesi ve
  3. İhsan mertebesi

İman Derecesi

Bu mertebelerin de kendi içinde sayısız dereceleri vardır. Taklid-i imandan tahkik-i imana yolculuk şuur ve uyanıklık boyutumuzu gerçekleştirmektir ki her kemâlin (olgunluğun) zemininde böylesi bir iman vardır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin “İman yetmiş küsur şubedir” sözü, imanda hem yatay gelişmenin hem de dikey derinleşmenin çok boyutluluğuna işaret eder.

İslam Derecesi

İslâm mertebesi de gerek fert planında ve gerekçe içtimâî planda İslâmın ibâdet, muamelât ve ahlâk alanına dair çerçevesini ortaya koyar. Bu alan, bir anlamda âlem-i şehâdetin (duyularla idrak edilen şu varlığın) Hakk’ın rızası ölçüsünde nizam ve intizama sokulmasını ifade eder. Şahsiyetimizin görünen her boyutu, İslâm boyasıyla güzelleşir ve kemâle erer. Bu süreç de kolay bir süreç değildir. Güzelleşmenin (cemâlin), olgunlaşmanın (kemâlin) ve kulluk sorumluluklarında rıza çerçevesinin yakalanmasının da nihâî sınırlarını koymak imkânsız gibidir. Bu yönüyle son nefese kadar devam eden bir gelişim ufku önümüze konulmaktadır.

İhsan Derecesi

İhsan mertebesi ise üç boyutlu bir şuur ve pratik istemektedir. Allah’ın murakabesinde olduğumuz şuurundan, O’nu her şeyde hissetme, görür gibi olma seviyesine (müşâhede) erişme ve oradan da imkân ve iktidarı nispetinde tüm yaratılmışlara en güzeli ve en iyiyi ulaştırma ve hatta onları da en güzele taşıma misyonudur ki bu sürecin de kişiden kişiye değişen renkleri, derinlikleri ve buutları vardır.

Bu süreçlerin gerek kendi şahsımızda teşekkül ve tekâmülü ve gerekse başkalarına taşınması ve yaşatılması, Kur’ân-ı Kerim lisanında cihâd ve mücâhede kavramlarıyla ifade edilir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in bu süreçleri nasıl ve hangi vasıtalarla yönettiği hususu, günümüz davetçileri için son derece önemli bir bilgi ve örneklik kaynağıdır. Bu yönüyle siyer-i nebî vazgeçilmez müracaat kaynağımızdır. O’nun hayatına baktığımızda örnek alacağımız çok sayıda usul ve üsluptan bahsetmek gerekeceği açıktır. Biz burada onun Kur’an’la cihadına yer vereceğiz. Rabbimiz Habibine hitaben şöyle buyurur:

“(Ey Resûlüm!) İnkârcılara boyun eğme, bu Kur’an’la onlara karşı büyük bir cihad başlat!” (Furkân; 52)

“Şüphesiz bu Kur’an en doğru olana iletir; dünya ve âhiret için yararlı işler yapan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsrâ; 9)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN EN BÜYÜK MUCİZESİ

Peygamberler mucizelerle desteklenmiş seçilmiş kullardır. Allah Rasülü Efendimizin en büyük mucizesi ise Kur’an’dır. Diğer perygamberlerin elinde zuhur eden mucizeler hissî (gözle görülen) mucize olması sebebiyle sadece kendi dönemlerindeki insanlar üzerinde belli ölçüde etkili olmuşlardır. Efendimizin mucizesi ise kelâm ve mânâ mucizesi olan Kur’an’dır ki kıyamete kadar tesiri devam edecektir. İşte Yüce Rabbimiz Habibine bu mucizeyi kullanarak insanları Hakk’a davet etmesini emretmektedir. O’nun hayatında bunun çok sayıda örneğini görmek mümkündür. Yazımızın sınırları içerisinde biz birisine yer verebileceğiz:

İslam davetinin fert fert yayılmaya başladığı ve Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ömer gibi toplum tarafından saygı duyulan kimselerin İslâm’a girmesi üzerine iyice telâşa kapılan müşrikler, bir toplantı yaparak bu gidişâtın önünü alabilmek için çâreler düşünürler. Allah Rasûlünü davasından vazgeçirmek için kendilerince en bilge olarak bildikleri Utbe bin Rebîa’yı kendisine gönderme kararı alırlar. Utbe de bu kararı kabul ederek Habibullah’ın yanına varır ve içtenlikle nasihatler eder ve hatta bir takım teklifler sunar. Sözlerini bitirinceye kadar Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu sessizce dinler ve sonra da ona künyesiyle hitap ederek:

“Ey Ebu’l-Velîd! Söyleyeceklerin bitti mi?” diye sorar. Utbe:

“Evet!” deyince Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:

“Şimdi de sen beni dinle!” buyurur ve besmele çekerek Fussilet sûresini okumaya başlar. Secde âyeti olan 37. âyeti de okuyup secde ettikten sonra:

“Ey Ebu’l-Velîd! Okuduklarımı dinledin. Artık işte sen, işte o! Karar senin” buyurur.

Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına dönerken, onu gören müşrikler:

“Vallahi Ebu’l-Velîd gittiğinden çok farklı bir yüzle geliyor. Hâli çok değişmiş?” dediler. Yanlarına geldiğinde heyecanla:

“Ne oldu, anlatsana?” dediler. Utbe:

“Vallahi, öyle bir söz dinledim ki şimdiye kadar bir benzerini hiç işitmemiştim. O ne şiir, ne sihir, ne de kehânettir! Muhammed:

“Hâlâ gerçeği kabulden yüz çeviriyorlarsa, onlara de ki: «Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini yıldırım gibi çarpan korkunç azabın sizi de çarpabileceği gerçeğine karşı uyarıyorum!” (Fussılet 41/13) dediği zaman, daha fazla okumasın diye elimle ağzını tutarak, susması için akrabâlığımız hakkı üzerine yemin ettim. Muhammed’in söylediği her şeyin aynen vukû bulduğunu bildiğim için üzerimize azâb ineceğinden korktum.

Ey Kureyş cemaati, gelin beni dinleyin! onu kendi işiyle baş başa bırakın, aradan çekilin! Eğer onu Araplar öldürürse, sizden başkası vâsıtasıyla kendisinden kurtulmuş olursunuz. Şâyet Araplara hâkim olursa, onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, onun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir. Böylece Muhammed sâyesinde insanların en mutlusu olursunuz!” dedi. Kureyşliler:

“Ey Ebu’l-Velîd! O seni de diliyle sihirlemiş!” deyince Utbe:

“Benim fikrim budur. Siz nasıl istiyorsanız öyle yapın!” karşılığını verir.1

Allah Rasûlünün sözlü davet metodunda Kur’ân-ı Hakîm’in hikmet dolu mesajlarını doğrudan kullanması, İslâm davetini önemseyen herkesin üzerinde dikkatle durması gereken bir konudur. Gönülleri ilahi kelamla buluşturmak, fıtrata doğrudan dokunmaktır. Önemli olan ilahi kelamla gönüller arasındaki perdeleri aralayabilmektir. Şu âyet-i kerime, ilahî kelamla buluşmaya fırsat ve imkân oluşturmanın kişiliklerin dönüşümünde etkili olacağına dikkat çekmektedir:

“Eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır.” (Tevbe; 6)

Kur’ân-ı Kerim, asr-ı saadetten günümüze kadar devam edegelen İslamlaşma faaliyetlerinde gerek tilavetiyle ve gerekse muhtevasıyla nice gönüllerin açılmasına doğrudan vesile olmuştur. Bu itibarla bugün gayr-ı Müslimlere İslam’ın tebliğinde ve Müslümanların İslam’ı daha güzel yaşamalarına vesile olacak irşad faaliyetlerinde Kur’an-ı Kerim mucizesine daha çok yönelmek, hiç şüphesiz nice gönüllerin Hak ve hakikatle buluşmasına vesile olacaktır.