Allah'ın (c.c) iradesi ile ilgili ayetler nelerdir? Bakara suresi 117 aytten ne anlamalıyız? Ayetin anlamı ve tefsiri...

Allâh Teâlâ dilediğini murad eyler ve dilediğince işler. Onun olmasını murad ettiği şeye emri sadece “ol” demekten ibarettir; o şey hemen oluverir. Onun hikmetinden suâl olunmaz.

"ONA SADECE "OL!" DER ODA HEMEN OLUVERİR"

“(O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece «Ol!» der, o da hemen oluverir.” (el-Bakara, 117 (tefsiri için tıklayınız))

“O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.” (el-En’âm, 18 (tefsiri için tıklayınız))

“(Rasûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allâh’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kâdirsin.” (Âl-i İmrân, 26)

Bu âyet-i kerîmeler de gösteriyor ki, Cenâb-ı Hakk yegâne fâil-i muhtârdır. Her oluş ve fiil, onun irâdesine bağlıdır. Kısaca:

“Allâh’ın dilediği olur, dilemediği olmaz!”

Bu itibarla Cenâb-ı Hakk’ın rızâsının olduğu fiiller O’nun murâdı ile tahakkuk ederken rızâsının olmadığı fiillerin gerçekleşmesi de imtihân iktizâsı olarak yine O’nun izn-i ilâhîsi iledir.

Dolayısıyla her şeyde âyet-i kerîmedeki tabiriyle bir «in-şâe», yâni «O dilerse veya müsâade ederse» şartı vardır. Bu şart, bütün varlıkları, ins ü cinni, hattâ peygamberleri dahî şâmildir. Bunun bir tezâhürü bizzât Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in hayatında ümmete örnek olması bakımından tecellî ettirilmiştir. Şöyle ki:

Bir grup bedevî, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e gelerek birtakım bilgiler sordular. O da, sorulanlarla alâkalı daha evvel bir vahiy almamış olması münâsebetiyle akşamleyin mevzûyla ilgili vahyin geleceğini düşünerek onlara:

“–Yarın gelin; cevabınızı alırsınız!” buyurdu.

Ancak bu sözü söylerken «İnşâallâh», yâni Allâh dilerse demediğinden vahy-i ilâhî tam on beş gün kesintiye uğradı. Bu uzun bekleyişten sonra gelen ilk âyet-i kerîme şu oldu:

“Herhangi bir şey için, Allâh’ın dilemesi dışında: «Onu yarın yapacağım.» deme! (İnşâallâh demeyi) unuttuğun zaman da Rabbini zikret ve şöyle de: «Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir.»” (el-Kehf, 23)

Bu âyet-i kerîme de gösteriyor ki, insanın istediği şeyler çok defa tahakkuk etmez. Zîrâ beşer, irâde ve kudreti noksan olduğundan her istediğini yapma kâbiliyet ve imkânına sahip değildir. Dolayısıyla kul, kendi imkân ve kâbiliyetinin hududunu bilip Cenâb-ı Hakk’ın irâdesine taalluk eden mes’elelerde haddini aşmamalıdır. Öyle ki Cenâb-ı Hakk, inkâr, şirk ve kul hakkı hâriç kullarının günâh ve cürümleri husûsunda azâb takdîrini dahî meçhul kılmış ve dilediği şekilde muâmele edeceğini bildirmiştir. Yâni dilediği kuluna mağfiret eyleyecek, dilemezse etmeyecektir. Bu hakîkati şöyle beyân buyurur:

“Göklerde ve yerde ne varsa Allâh’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Allâh çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” (Âl-i İmrân, 129)

Allâh dostları, Hakk Teâlâ’nın bu sıfatını lâyıkıyla idrâk edip kendi irâdelerini O’nun irâdesine râm ederler. Yâni her hususta olduğu gibi bilhassa bu hususta da Hakk’ta fânî olurlar. Onun her irâde ettiğinin yerli yerince olduğunu bilirler ve etraflarını bu yolda istikâmetlendirirler.

ŞİMDİ MERKEZİ BULDUN

Sünbül Sinan Hazretleri birgün mürîdlerine sordu:

“–Evlâdlarım! Faraza Cenâb-ı Hakk şu kâinatın sevk u idâresini size verse neylersiniz?”

Her mürîd bir şey söyledi. Kimi:

“–Bütün kâfirleri yok ederim!”

Kimi:

“–Bütün içki içenleri ortadan kaldırırım!”

Kimi de:

“–Bir tane sigara içen bırakmam!” şeklinde uzayıp giden cevaplar verdiler. Mürîdlerin arasında bulunan ulemâdan Muslihiddin Efendi ise hiçbir cevap vermeden susmaktaydı. Şeyh Hazretleri, bu defa ona dönerek:

“–Evlâdım! Ya siz ne yapardınız?”

Muslihiddîn Efendi pür-edeb şöyle cevap verdi:

“–Efendim! Hâşâ Cenâb-ı Hakk’ın irâde ve idâresinde bir noksanlık mı var ki gayri bir şey düşünüp dileyeyim? Cevabım, sadece her şeyi aynen devam ettirirdim demekten ibarettir.”

Bu cevaba pek memnun olan Sünbül Sinan Hazretleri:

“–İşte şimdi iş merkezini buldu!” buyurdular.

O günden sonra Muslihiddin Efendi, “Merkez Efendi” olarak anıldı ve üstâdı Sünbül Sinan Hazretleri’nden sonra mânevî emanet ona verildi.