Allah'ın (c.c) Rahman ve Rahim sıfatlarının anlamı ve sırrı nedir? Allah'ın rahmeti, merhametinin bir kul için önemi...
Rabbimiz, Rabbü’l-âlemîn (âlemlerin Rabbi), Peygamber Efendimiz Rahmeten li’l-âlemîn (âlemlere rahmet)dir. Erham-ür-Râhîmîn olan Rabbimizin sıfatları arasında mükemmel bir denge vardır. Kâinatın ruhu, saltanat-ı ilâhîye ve O’nun merhametiyle dengelenmiştir. Bu saltanat, “Rahman” isminin çekirdeğidir. Zü’l Celâl ve’l İkram olan Rabb’imiz bir hadis-i kudsî aracılığı ile: “Benim rahmetim gazabımı örter.” buyurmaktadır. O’nun sonsuz rahmeti mevcudatı kaplar. Hazreti Muhammed’in âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin sebeb-i hikmeti de budur. O, aleyhis’salât-ü ves’selâm ümmetinin en mütevazı dostu ve Rabb’inin en sâfî kulu idi.
"ALLAH (C.C) MERHAMETİ İLE MUAMELE ETMEZSE..."
Peygamber Efendimiz aleyhis’salât-ü ves’selâm; “Şayet Allah bana merhametiyle muamele etmezse ben bile O’nun cezalandırmasından kurtulamam” buyurarak Allah’ın rahmetine kendi amelleriyle nail olamayacağını ilan etmektedir. Hazreti Mevlânâ bu hususta; “Bunların hepsini söyledik ama Allah inayetleri olmadıkça Allah yolunda hiçiz, hiç! Allah’ın ve Allah erlerinin inayetleri olmazsa... Melek bile olsa defteri kapkaradır” demektedir.
Allah Teâlâ’nın rahmeti dışında hiçbir şeyin bizim sayemizde olmayacağının farkına varmalıyız. Erham-ür-Râhîmîn olan Rabbimiz Kur’ân-ı Mûcizü’l Beyân’da şöyle buyurmaktadır; “Eğer Yüce Allah’ın lütfu, ihsanı, sonsuz rahmeti olmasaydı, ebediyen hiçbiriniz manevi kir ve pisliklerden temizlenemez, günahlarınızdan arınamazdınız. Ancak Yüce Allah, dilediğini manevî olarak temizler ve günah bataklığının kirlerinden onu arındırır.” (Nûr, 24:21) “Eğer Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı çoğunuz şeytanın peşine takılırdınız, çok azınız kurtulabilirdi.” (Nisâ, 4:83)
RAHMETİM HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR
Muhammed Mustafa Efendimiz aleyhis’salât-ü ves’selâm mi’raç’a ulaştığında Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘’Ya Muhammed! Bütün mahlûkatı senin için yarattım. Seni de kendim için yarattım. Hepsi de benim rızamı talep etmektedirler. Ben ise senin razı olmanı dilerim. Hepsi Ben’den istemektedirler. Yani talibdirler, sen ise benim matlubumsun! İste, verile!’’
Efendimiz aleyhis’salât-ü ves’selâm şöyle buyurur: “Allah’ım, sana babam, anam için dua etmiyor, fakat ümmetimi, kurtar diye yalvarıyorum.” Allah Celle Celâluhû şöyle buyurur: “Ya Muhammed! Ben Allah’ım, Latifim, sen nebisin, şerifsin, ümmetin zaiftir. Latif ile şerif arasında zaif nasıl gözetilmez? Ya Muhammed! Sen ‘’Ümmetim, ümmetim’’ diye çağırıyorsun! Ben ‘’Rahmetim, rahmetim’’ diye nida ediyorum. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır.”
O’nun ilâhî lütuflarına ve O’na arzu duyma mevkiine mazhar olmak için O’nun rahmetine muhtacız. Anlayabilmek için, görebilmek için, çalışabilecek kadar güçlü ve sağlıklı olmak için O’nun Erham-ür-Râhîmîn olan rahmetine ihtiyacımız var. Bize aşk, irfan, lütuflar, ihsanlar, ihsan edilmesi için rahmete ihtiyacımız var. İlâhî rahmet ve merhamet iyileştirir, insanın kalbini yumuşatır ve kalp gözünü uyandırır. İlâhî merhamet insanın bütününü eğitir. İnsanı, “Allah onlardan, onlar da Allah’dan razı” (Beyyine, 8) haline götürür.
RAHMET, AHLÂKIN NETİCESİDİR
Yalnızca ilâhi rahmet hazinesiyle ilâhî rahmet sarayına girebiliriz. Rahmet, ahlâkın neticesidir. Rahmet, Rabbimize samimiyetle teslim oluşun bir neticesidir. Allah’ın rahmeti sadece benliğinden geçerek kazanılabilir. Kalp aynasını cilaladıktan sonra rahmet ortaya çıkar. En değerli tevazu hasletini benimsediğimizde rahmet tecelli eder.
Hakiki abid bilir ki zahmette de rahmet vardır, çünkü zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Hayatımızda zorluklar, ıstıraplar, imtihanlar olmazsa, güzellik, nur, muhabbet ve berekete vasıl olamayız. İmtihanıyla yüzleşmeyen bir mümin Rabb-ül âlemin tarafından mükâfatlandırılmayacak, imanın nuru ve aşkın gücüne erişemeyecektir. Hazreti Mevlana bu hususta; “Allah’ın rahmeti, kahrından ileridir, kahrından fazladır ve ezelîdir. Bu yüzden de bir kimseyi belâlara uğratması, rahmetindendir. Varlık sermayesi elde edilsin diye rahmeti, kahrından ileridir, üstündür. Sonra bunun özrü olarak tekrar lütuf eder, ‘Yıkanıp arındın, dereden atladın, artık o mihnetler geçti,’ der. Ey nohut, belâlara düş, kayna, piş de ne varlığın kalsın, ne sen kal!”
Uyanık bir gönül her zaman bir aşk ve rahmet ümidi taşır. Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de buyurduğu gibi: “O kimseler ki, iman ettiler, yurtlarını terk ettiler ve Allah yolunda mücahede eylediler, işte onlar ilâhî rahmetten ümitlidirler.” (Bakara, 218) Rahmet ümidi taşıyan bir kul bütün kulların mücevheri Muhammed Mustafa aleyhis’salât-ü ves’selâm’a karşı dayanılmaz bir cazibe hisseder, O’na muhabbet etmek ister, O’nun rahmetine sığınmak ister, O’nun ebedi cemalinin nuru ile kendini beslemek ister, O’nun “Ümmetim” çağrısına icabet etmek ister. Ve böylece O’na olan hasretinin daha çok arttığını hisseder ve aşkla şevkle Habîb-i Hudâ aleyhis’salât-ü ves’selâm’ı takip etmeye başlar, çünkü O, yaşayan Kur’ân’dır.
RAHMETTEN ÜMİT KESME
Rahmet ümidi taşıyan bir kul her haliyle Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’ın sünnetine sarılır ve evrensel bir sevgiyi yaşar, çünkü tüm evrene rahmet olarak gönderilen O Zât’tan evrenselliği mîras olarak alır. Habibi Edibi Zişan Efendimiz aleyhis’salât-ü ves’selâm bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur; “Allah katında, kulun şöyle demesinden daha sevimli bir dua yoktur; Allah’ım ümmet-i Muhammed’e umumi bir rahmet ile merhamet eyle!” Tevhîd-i ilâhîye îmân edip Muhammed ümmetinden bir ferd olduğumuzun şuuruna ulaşmalıyız. Bütünün bir parçası olduğumuz, nefes-i Rahmân’ın bir parçası olduğumuz şuurunun bilincine erişeceğiz.