Şunu hemen belirtelim ki, Allah tealanın bütün emir ve buyrukları hiç şüphesiz insanı cennete götürür ve bunları saymakla da bitiremeyiz. Hz. Peygamber dönemindeki müslümanlar bu buyruklar arasında tercih etmeksizin ellerinden geldiği kadar onları uygulamaya çalışıyorlardı ve böylece Hz. Peygamber ile beraber asrı saadet olarak adlandırılan bir dönemin ortaya çıkmasını sağladılar. Hem bu dünya hayatını cennete çevirdiler hem de ahirette cennete girecekleri Kuran'da ve Hz Peygamber tarafından müjdelendiler.

 Sâlih ameller, dinin yapılmasını emir veya tavsiye ettiği, iyi, doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan işler; gayr-i sâlih ameller ise yapılması yasaklanan veya hoş karşılanmayan kötü, yanlış, zararlı ve günaha yol açan amellerdir. Fıkıh kitaplarında sâlih ameller genellikle farz, vâcip, sünnet, müstehap veya mendup; gayr-i sâlih ameller de haram, mekruh ve müfsid şeklinde bölümlere ayrılır. Mubahlar, aslında yukarıdaki olumlu veya olumsuz değerlerden birini taşımayan ve dinin yapılması ya da terkedilmesi yönünde bir hüküm koymadığı amellerdir. Bununla birlikte mubahların işlenmesinde güdülen maksat ve niyet bu işleri sâlih veya gayr-i sâlih amel durumuna sokabilir. Bu konudaki bir hadis-i şerif şöyledir: “Mânasız işleri terketmek kişinin müslümanlığının güzelliğini gösterir” (Tirmizî, “Zühd”, 11)

İman, tevhîd, tefekkür, şükür, sabır, zikir, hamd, tesbih, dua, iyi niyet, ihlas, takva, birr, ihsan ve zekat... gibi kalbî, bedenî ve mâlî ibadetler, meşru olarak yapılan işler, çalışmalar, eğitim öğretim faaliyetleri, cami, köprü, hastane, huzurevi, aşevi yapma... gibi sadaka-i câriyeler, ağaç dikmek ve çevreyi temiz tutmak gibi sosyal faaliyetler, farz, vacip, sünnet, müstehap gibi Allah ve Resulüne itaat olan ve sahibine sevap kazandıran bütün fiiller “salih amel” kavramına dahildir.

Buna göre İslam’ın yapılmasını istediği sözlü ve fiilî, kalbî, amelî ve bedenî bütün iyi, güzel ve hayırlı ameller  salih amellerdir. İman bunların başında gelir.

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde iman ve amel-i sâlih, bazı âyetlerinde bunlarla birlikte âhiret inancı yan yana zikredilerek amel-i sâlihin faydası ve gerekliliği, kötü amelin zararı ve yanlışlığı üzerinde ısrarla durulmuş, müslümanlar her fırsatta iman ve amel-i sâlihe teşvik edilmiştir: “İman edip amel-i sâlih işleyenlere ne mutlu! Onların sonunda varacakları yer ne güzel!” (er-Ra‘d 13/29). Allah, peygamberini iman edip sâlih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için göndermiştir (et-Talâk 65/11)

Sâlih amel işleyenlere sâlihler veya ehl-i salâh denilir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre “bunlar yaratılmışların en iyisidirler”; “Allah onlardan, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır” (el-Beyyine 98/7, 8). “Allah, yeryüzüne sâlih kullarım vâris ve hâkim olacaktır, diye hükmetmiştir” (el-Enbiyâ 21/105). Kur’ân-ı Kerîm’e göre peygamberler sâlih kişilerdir (el-En‘âm 6/85; el-Enbiyâ 21/72). Ayrıca insanlara öğretilen dualarda, “Beni sâlih kullarının arasına kat” (eş-Şuarâ 26/83) şeklinde ifadeler vardır. Amel-i sâlih nefis mücadelesiyle de içiçe olduğundan sabredip iyi davranışlarda bulunanlara mağfiret ve büyük ecir vaad edilmektedir (Hûd 11/11).

Amel-İman Münasebeti: Kur’an’da amel-i sâlihin çoğunlukla imandan sonra zikredilmesi (bk. el-Bakara 2/62; Sebe’ 34/37; et-Tegābün 64/9) amelle imanın birlikte bulunmalarının gereğine işaret eder. Sadece itikadî, vicdanî ve nazarî bir din değil aynı zamanda bir hayat dini olan İslâm, inanılan ve düşünülen her iyi, güzel ve faydalı işin uygulama alanına konulmasını ısrarla ister. İslâm’da inanmak ve inanılan şeyi yapmak esas olduğundan imanla amelin birlikte bulunmasının lüzumuna büyük önem verilmiştir. Hatta bazı mezhepler ameli imanın bir parçası sayarak ameli olmayanın imanının da olmayacağını ileri sürmüşlerdir. 

Amel-Niyet Münasebeti: Bir hadiste, “Ameller niyetlere göredir” (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 1) buyurulmuştur. Amel ancak Allah’ın rızâsını kazanmak niyetiyle yapılırsa makbul ve sevaba vesile olur. Hatta böyle bir iyi niyet mubahları bile sâlih amel değerine yükseltebilir. Meselâ yürümek aslında mubah olan bir fiildir. Fakat namaz kılmak için camiye veya yardımda bulunmak için darda kalan bir insanın yanına gitmek sevap; herhangi bir kötülük yapmak niyetiyle bir yere gitmek ise günahtır. Görüldüğü gibi aslında mubah olan yürümek ve gitmek fiilleri niyete göre sevap veya günah olabilmektedir. Şunu da belirtmek gerekir ki İslâm âlimlerine göre iyi niyet, dince yasaklanmış olan bir işin kötülük ve günah vasfını ortadan kaldırmaz. Buna karşılık dinin iyi gördüğü bir iş için yapılan niyet de sevaba vesile olan bir ameldir. İnsan niyet ettiği bir ameli herhangi bir engel yüzünden yapamamış olsa bile sırf iyi niyeti için sevap kazanır. Nitekim kutsî bir hadise göre bir kimse iyilik yapmaya niyet eder ve niyetini gerçekleştirirse on sevap alır, sevap adedi 700’e kadar da çıkabilir. Niyet ettiği işi gerçekleştiremezse bir sevap alır. Eğer kötü bir işe niyet eder de onu gerçekleştirirse bir günah alır, gerçekleştirmekten gönüllü olarak vazgeçerse bir sevap alır (Buhârî, “Riḳāḳ”, 31). Niyetin bu şekilde sevaba değer görülmesi, kesin bir irade ve karara dayanmasındandır.

Zâhirî ve Bâtınî Amel. İnsanın bedeni veya organlarıyla yaptığı iş ve eylemlere zâhirî (bedenî) ameller adı verilir. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve cihad yapmak gibi fiiller bu kısma girer. Zâhirî amellerin önemli bir kısmı fıkıhta, diğer bir kısmı da ahlâkta incelenir. Zâhirî ameller farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram olmak üzere beş bölüme ayrılır.

Zâhirî olmayan amellere, duygu ve düşüncelere bâtınî (kalbî) ameller adı verilir. İnanmak, tasdik etmek, düşünmek, ibret almak, sevmek, iyi niyet gibi durumlar bu kısma girer. Bunların dinle ilgili olanlarının bir kısmı akaid ve kelâmda, bir kısmı ahlâkta, bir kısmı da tasavvufta incelenir.

Bâtınî amellerden olan iman ve tasdik bütün ibadet, iyilik ve faziletlerin esası, küfür ve inkâr ise her türlü mâsiyet, kötülük ve fenalıkların temeli sayılmıştır. Bu bakımdan bâtınî amellerin zâhirî amellerden daha üstün olduğu konusunda bütün İslâm âlimleri görüş birliği içindedir. Nitekim Hz. Peygamber, “İnsan vücudunda bir et parçası vardır ki eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur; bu et parçası kalptir” (Buhârî, “Îmân”, 39) anlamındaki hadisi ile zâhirî amellerin bâtından kaynaklandığını belirtmek istemiştir. “Kurbanlarınızın kanları ve etleri Allah’a ulaşmaz, fakat sizin takvânız O’na ulaşır” (el-Hac 22/37) meâlindeki âyette de amellerdeki kalbî ve bâtınî temelin önemine dikkat çekilmiştir.

Amelin Karşılığı: Kur’an ve Sünnet, iyi amellere karşılık olmak üzere mükâfatlar, kötü amellere karşılık olmak üzere de cezalar bildirir. İslâm, amelin hem kemiyetine, hem de keyfiyetine önem vermiştir. Hz. Peygamber Allah’a çok şükreden bir kul olmak için geceleri ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi (bk. Buhârî, “Teheccüd”, 6). O, ashabını çok çalışmaya ve fazla ibadet etmeye teşvik etmiş, fakat bu konuda aşırı gitmemeleri için onları uyarmıştır. İhlâsla ve sırf Allah rızâsı gözetilerek yapılan az amel, bu özellikleri taşımayan çok amelden daha hayırlı olduğunu; En hayırlı işler ise, az da olsa devamlı yapılan ameller olduğunu bildirmiştir.

İnsanın dünya imtihanında başarılı olabilmesi için iman edip salih ameller işlemesi gerekir. “İman” ve “salih amel” ifadesi, Kur’an’da büyük çoğunlukla birlikte zikredilmiş, bu iki kavram adetâ birbirinden ayrılmaz iki unsur olmuştur. İmansız amelin ise makbul olmadığı Kur’an âyetleriyle kesin olarak ifade edilmiştir. “Salih ameller” işlemeden iman sahibi olunsa da böyle bir iman zayıftır, amellerle beslenmezse yok olabilir.

Kur’an, iman edip salih ameller işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş, cennet ve nimetleri de iman edip salih ameller işleyenlere vadedilmiştir.

Sözümüzü, bize ilham kaynağı olması niyetiyle Allah dostlarından Fudayl bin İyaz'ın şu değerli sözleriyle bitirelim; Allah'ın kitabından bir ayet okuyup onunla amel etmek, bana Kuran'ı milyon kere hatmetmekten daha sevimlidir. Mümini sevindirmek ve ihtiyacını karşılamak, bana ömür boyu ibadet etmekten daha sevimlidir. Dünyayı terk edip ona gönül bağlamamak, bana semadakilerle yerdekilerin ibadetini yapmaktan daha sevimlidir. Haram olan en basit ve küçük bir şeyi terk etmek, bana göre helal malla yapılan iki yüz hacdan daha iyidir.