Fetanet ve feraset ne demektir? Fetanet ve feraset ilgili ayet ve hadisler nelerdir?

Peygamber Efendimizin hayatından fetanet ve feraset örnekleri. Üstün zekâ kuvvetine sâhip olmak mânâsındaki fetânet, peygamberlerin beş fârik vasfından biridir. Fetânet, kuru bir akıl ve mantık değil, dehânın da ötesinde bir idrâk seviyesidir. Kalbe bağlı aklın, firâset ve basîretin ifâdesidir. Her peygamberin, tebliğ vazîfesini eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün bir zekâya sâhip olması îcâb eder. Aksi takdirde, gönderildikleri kimselere karşı kuvvetli deliller getiremez, onları iknâ veya ilzâm edemezler. Peygamberler, insanlar içinde bilhassa akıl, zekâ ve firâset başta olmak üzere her bakımdan en üst derecededirler. Onlar, kuvvetli bir hâfıza, yüksek bir idrâk, güçlü bir mantık ve iknâ kâbiliyetine sâhiptirler. En muğlâk ve müşkil meseleleri dahî kolayca hâllederler. Mevzûları îzâh ederken, sehl-i mümtenî[1] ile konuştukları için, idrâk seviyeleri birbirinden farklı olan muhâtapları, onları anlamakta zorluk çekmezler. Peygamberlerin sıfatlarından bir cüz olan firâset, ince bir zekâ ile muhâtabın akıl seviyesine göre davranmaktır. Zîrâ bir kimseyi sevindiren bir davranış, diğer bir kimseyi üzebilir. Dolayısıyla insan terbiyesi, onun psikolojik durumunu tespit edebilmek ve hadiselerin iki üç merhale sonrasını hesap edebilmekten geçer. Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; ferâset ve basîretten uzak, dînin emirlerini tam olarak bilmeden fetvâ veren ve verdikleri bu fetvâlarla insanların zarar görmelerine sebep olan kimselere nasıl muâmele ettiğini gösteren şu hâdise oldukça dikkat çekicidir: Câbir -radıyallâhu anh- şöyle anlatır: Bir sefere çıkmıştık, arkadaşlarımızdan birine taş isâbet etti ve başı yarıldı. Adamcağız, bilâhare ihtilâm oldu. Yanındakilere: “–Benim için teyemmüm etmeye ruhsat var mı?” diye sordu. “–Sen suyu kullanmaya muktedirsin, sana ruhsat olduğunu zannetmiyoruz.” dediler. Adam yaralı hâliyle yıkandı ve bu sebeple vefât etti. Allah Rasûlü’nün yanına gelince, bu hâdiseyi haber verdiler. Fahr-i Kâinât Efendimiz gâyet öfkelendi ve şunları söyledi: “–...Bilgisizliğin şifâsı sormaktır. Ona; teyemmüm edip yarasının üzerine bir bez sarması, sonra sargının üzerini meshetmesi, bedeninin geri kalan kısmını da yıkaması yeterliydi.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 125/337; İbn-i Mâce, Tahâret, 93) Dolayısıyla, Peygamber Efendimiz’in izinden giden Müslümanların da, akıllı, bilgili, zekî, uyanık ve firâset sâhibi olmaları îcâb eder.

ALLAH’IN SEVDİĞİ KULLARA LUTFETTİĞİ NUR

Ferâset, Allah Teâlâ’nın sevdiği kullarının kalplerine lûtfettiği bir nûrdur. Yâni akıllılık, üstün zekâ, sezmek, bilmek ve anlamak gibi hâllerin mânevî bir idrâk kâbiliyeti olarak kalpte tecellî etmesidir. Kalbe doğan samîmî hisler ve nâil olunan ilhamlar sâyesinde, hâdiselerin içyüzünü, zihinlerden ve kalplerden geçenleri doğru tahmin ve teşhîs etmektir. Şüphesiz ki bu firâsete, nefsinin gurûrundan sıyrılıp Allâh’ın nûruyla bakanlar nâil olabilirler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsîr, 15/3127) buyurmak sûretiyle, her mü’minin firâsetinin îmânı nisbetinde olduğuna işâret etmişlerdir. Bu itibarla kâmil mü’minler olan evliyâullâhın firâseti, diğer mü’minlerinkine nazaran çok daha kuvvetlidir. Firâsetin şâheseri, ölüm bilmecesini hâlletmenin gayreti içinde olmakla başlar. Zîrâ fânî âlemde sırlara ve hakîkatlere vâkıf olabilmek, ancak “ölmeden evvel ölebilmek” ile mümkündür. Hazret-i Mevlânâ buyurur: “Akıllılar önceden ağlar; sonunda tebessümlere gark olurlar. Ahmaklarsa, önceden kahkahalara boğulur, sonra da başlarını taşlara vurarak ağlarlar. Ey kişi! Firâsetli olup işin sonunu başlangıçta iken gör de cezâ gününde pişmanlık ateşiyle yanıp tutuşma!..” Firâsetin şartı, helâl lokma yemek, kalbî hayâtı inkişâf ettirmek ve tefekkürde derinleşmektir. Tefekkür ve tahassüste ilk adım, etrâfa ibret nazarıyla bakmaktır. Allâh, Kur’ân-ı Kerîm’de kullarını böyle ibretleri kavramaya medâr olacak bir basîretle bakmaya davet etmiş ve çeşitli âyetlerde: “Onlar devenin nasıl yaratıldığına, buluta, yağmura, dağlara, yeşil bitkilerin kışın ölüp baharda dirilmesine, geçmiş kavimlerden kalan eserlere vs. bakmazlar mı?” buyurmuştur.[2] Diğer taraftan, yine Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh’ın nîmetleri sayıldıktan sonra, insanlara ,bakış Ey “yâniِراَصْبَاْلا ىِلوُا اَي defalarca görüş (idrâk) sâhipleri!..”[3] diye hitâb edilmiş; kâinâta ibret nazarıyla bakmaları istenmiştir. Bu istikâmette benzer pek çok âyet-i kerîmede de اَفَلَÇ ÊóÊóÝóßøóÑõæäó ; Hiçَ“æäُلِÞْعَí اَáَفَÇَ; نوُرَّبَدَتَي اَÇóÝóá düşünmez misiniz? Akletmezler mi? İdrâk etmezler mi?”[4] buyrularak insanoğlunun kâinâtı boş ve kavrayışsız bir nazarla değil; hikmeti idrâk edecek bir dirâyet ve basîretle müşâhede etmesi lâzım geldiği ifâde edilmiştir. Basîretin ehemmiyetini gösteren âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: “...Elbette bunda, basîret sâhipleri için büyük bir ibret vardır.” (Âl-i İmrân, 13) “(Ey Muhammed!) Kuvvetli ve basîretli kullarımız İbrâhim, İshâk ve Yâkûb’u da an. Biz onları özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar Biz’im katımızda seçkin ve en hayırlı kimselerdendir.” (Sâd, 45-47) “(Ey Habîbim!) De ki: İşte benim yolum! Kendimi ve bana tâbî olanları basîret üzere Allâh’a dâvet ediyorum...” (Yûsuf, 108) FETANET VE FERASET ÖRNEKLERİ • Peygamberimizin temiz fıtratı Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir gün: “–Yâ Rasûlâllah! Allah’tan başkasına hiç ibâdet ettiniz mi?” diye soruldu. “–Hayır!” cevâbını verdi. “–Hiç içki içtiniz mi?” diye soruldu. “–Hayır! Ben, Kitap ve îmânın ne olduğunu bilmezken bile, onların yaptıkları şeylerin küfür olduğunu bilirdim.” buyurdu. (Diyarbekrî, I, 254-255) Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in temiz fıtratı; fetânet, firâset ve basîretin zirvesinde yaratılmıştı.