Peygamber Efendimize (s.a.v) muhabbettin derecesi, yolu, üsulü nasıl olmalıdır? Peygamber sevgisinin maddi ve manevi kazançları nelerdir? Sahabe, Peygamberimizi (s.a.v) nasıl sevdi?

İlahî muhabbet sâikıyla yaratılan kâinâtın ve onun özü durumundaki insanın aslî cevherini Muhammedî nûr teşkîl eder. Bu cihetle hakîkat-i Muhammediyye, muhabbet saltanatının zuhûr aynasıdır. Varlığı gölgesine alan muhabbet nûru, semânın ve yeryüzünün teşekkülüne vesîle olmuştur. Allâh Teâlâ, O'na buyurmuş, böylece O, bütün mahlûkâta zirve teşkîl etmiştir. Hem öyle bir zirve ki, Cenâb-ı Hakk, O'nun ism-i şerîfini tâ ezelde kendi ism-i şerîfiyle beraber zikretmiş ve levh-i mahfûza: "Lâilâhe illâllâh Muhammedü'rRasûlullâh..." şeklinde nakşetmiştir.

HZ. ADEM'İN (A.S) DUASI

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'ı, cennette işlediği zelleden ötürü dünyâya indirdikten sonra onun semâda bu yazıyı görüp de Hazreti Muhammed Mustafâ hürmetine af taleb etmesi üzerine mağfirette bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: "-Ey Âdem! O, bana mahlûkatın en sevgili olanıdır. (Duâ edeceğin zaman) O'nun hakkı için bana duâ et! (Çünkü şu an O'nun hakkı için ettiğin duâ sebebiyle) ben seni bağışladım. (Bilesin ki), şâyet Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım." (Hâkim, Müstedrek, II, 672; Beyhakî, Delâil, V, 488-489) Kelime-i şehâdette de ifâde ettiğimiz gibi elbette ki O bir "kul"dur. Lâkin bu kulluğu insan hakkındaki telakkîmizle doldurmaya çalışmamalıyız. Zîrâ hakîkat-i Muhammediyye karşısında bizim idrâkimiz, metafizik hâdiseleri kavramak hususunda bir çocuk idrâkinden farksızdır. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kullar içinde seçilmiş, sertâc-ı cihân olmuş bir "rasûl"dür. Hem öyle yüce bir rasûldür ki, bütün peygamberlerin adı, O'nun mübârek adında cemolmuştur. Bütün peygamberlerin getirmiş olduğu şerîat, yâni dîn-i mübîn, O'nun getirdiği İslâm ile kemâl bulmuştur.

MÜBÂREK İSM-İ ŞERÎFİ YERDE, GÖKTE VE GÖNÜLLERDE EBEDÎDİR

Sultanlar adına hutbeler okunur, paralar basılır ve onların devletleri son bulmasın diye duâlar edilir. Lâkin bir zaman sonra, o sultanlar da devletleri de târih sahnesinden siliniverirler. Ancak nebîlerin adına okunan hutbeler böyle değildir. Nebîlerin ve onların vârisi olan velîlerin saltanat ve devletleri dâimîdir, sonsuzdur. Onlar, Hakk katında olduğu gibi gönüllerde de ebedîleşmişlerdir. Pâdişâhların ve devlet ricâlinin saltanatları ise, geçici, gel-geç bir dünyâ saltanatıdır. Dolayısıyla zevâle mahkûmdur. Nitekim öyle de olur. Fakat peygamberler ve velîler, kulları Mevlâ'ya götüren yüce kılavuzlardır. Onlar fânîliği ebedî olana fedâ ederek ölümsüzleşmiş ve zevâlden kurtulmuş müstesnâ rûhlardır. Berzah âleminde de sonraki âlemde de saltanatları devam eden mâneviyat sultanlarıdır. Onlar, dünyâda ve âhırette: (Yûnus, 92) beyânına muhatabdırlar. Bu kıymetli rûhların oluşturduğu safların mihrabında da sertâc-ı enbiyâ Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz vardır. Bu itibarla her zâhirî pâdişâhın ismi silinir giderken dünyâ ve âhıret sultanı olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in mübârek ism-i şerîfi yerde, gökte ve gönüllerde ebedîdir. O halde gönüllere dünyevî pâdişâh ve onlara âid saltanatların nâmını değil, o ebedîlik tahtında oturan eşsiz sultanın nâmını silinmeyen muhabbet yazısı ile yazmalı ki, kalblerimiz, kendisine verilen ulvî kıymetini muhâfaza edebilsin. Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk'ın: "(Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde iken Allâh, onlara azâb edecek değildir!.." (el-Enfâl, 33) beyânı müşrikler için vârid olmuş bir âyeti kerîmedir. İşârî mânâda bu demektir ki, o Varlık Nûru'nu gönlünde taşıyan mü'minler hakkında büyük müjdeler ve mükâfatlar vardır. Bu demektir ki, bir mü'min kulun gönlü, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ne kadar muhabbetle dolarsa, o kadar azâb-ı ilâhîden ve gazabullâhdan uzaklaşmış olur. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın yüce bir va'didir. Yâni Mevlâ, gönlümüzde Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- varsa bizi helâk etmeyecek ve bize azâbda bulunmayacaktır. Velîler ve sâlihler, gönül aynalarında en saf ve şeffaf nakışlar görülebilsin diye rûhlarını O'nun muhabbeti ile parlatırlar. Maddî aynalarda ancak cisimleri olan şeyler, şekiller ve renkler görünür. Velîler ve sâlihlerin gönül aynalarında ise, O'ndan akseden nûr ile en şeffaf duygular, düşünceler, duâlar, ilâhî nûr ve feyzler ışıldar. Güzeller, kendilerini aynada görmek ister. Kendi güzelliklerini sevecek göz ve gönül ararlar. Mutlak güzel olan Rabbin, kâinatı ve insanları yaratışındaki sır da böyledir. Hadîs-i kudsîde: "Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek ve sevilmek istedim." buyurulması bundandır. Yaratılışın başlangıcı, O'nun nûru ile vücûd bulduğundan kürre-i arzda zuhûr eden bütün peygamberler, başta Hazret-i Âdem olmak üzere O'ndan niyâbet tarîkı ile O'nun nûrunun feyz ve berekâtını taşımışlardır. Bütün güzellikler O'na âiddir. O'nun sebebi ile yaratılmışlardır. Nerede bir güzellik varsa, O'ndan akistir. Âlemde bir çiçek açılmaz ki, O'nun nûrundan olmasın! Zîrâ O olmasa idi, hiçbir şey vücûd bulmaz idi. O ki, o yüzden varız... O ki, solmayan, aksine gün geçtikçe tazelik ve taraveti daha da artan serâpâ nûrdan ibâret bir gonca-i ilâhîdir. Hazret-i Mevlânâ buyurur: "Cebrâîl -aleyhisselâm-, sadece bir kanadını açınca doğuyu da batıyı da kaplamıştı. Hazreti Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, onu görünce, ona bu heybeti verenin büyüklük ve azametini düşünerek kendinden geçip bayıldı." "Lâkin Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, eğer hakîkat-i Muhammediyye'nin o akıl almaz kanadını açsa idi, Cebrâîl ebedî olarak kendinden geçer, bir daha kendine gelemezdi." "Zîrâ Habîbullâh, Cebrâîl'le beraber sidretü'l-müntehâ'ya varınca Cebrâîl durmuş ve: demiştir."

O CANDAN AZİZDİR

O, canlardan azîz, cânânlardan üstün, her vechile muhabbete en lâyık müstesnâ bir yaratılıştır. Gelmiş ve geleceklerin en güzeli ve fazîletlisi, insanlığa ağlayanların en merhametlisi, yegâne mürşid ve rehberdir. O ki, kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşet zindanına düşenleri gözü ve gönlü yaşlı âşıklar hâline getirmiş, onlara kitabı, sırrı ve hikmeti öğretmiştir. O'nu her şeyden üstün tutmak, emsâlsiz bir aşk ve muhabbetle sevmek, îmânın kemâlindendir. Bu muhabbetin zirvesi, hadîs-i şerîfte şöyle beyân edilir: "Sizden biriniz beni, ana-babasından, çolukçocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe hakkıyla îmân etmiş olmaz!.."