Varlıkların en şereflisi ve yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insanoğlunun mes’ûliyet ve sorumlulukları pek çok ve ağırdır. Mesuliyetinin ağırlığına göre de insanoğluna derin bir tefekkür ve kavrama kâbiliyeti ihsân edilmiştir.
Derin tefekkür kabiliyetine sahip olan insanoğlu, etrafında olup bitenler ve bütün varlıklar hakkında düşünür ve tefekkür eder. Zaten insanı insan eden ve onu yeryüzünün halifesi kılan da tefekkür etme ve düşünebilme kabiliyetine sahip olmasıdır.
Allah c.c Şöyle buyuruyor: “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.” (Zâriyât, 49).
Kur’ân-ı Kerîm âyetleri üzerine de derin bir tefekkür içinde olmamız gerektiğini Yüce Rabbimiz bir misalle kullarına şöyle hatırlatır:
“Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz.” (el-Haşr, 21.).
Canlı ve cansız varlıkların ve kainatın yaratılışı hakında tefekkür edebilen, "Bu dünyaya nereden geldik?", "Niçin yaratıldık?", "Bu kainat nedir?", "Kimin mülkünde yaşıyoruz?", "Nasıl yaşamalıyız?", "Nasıl düşünmeliyiz?", "Yolculuk nereye?", "Ölüm nedir?"ve"Ona nasıl hazırlanılır?" gibi sorulara cevap bulma imkanı da elde eder.
Etrafımızda bulunan bütün varlıklar ve bizlere verilen sayısızca nimet ve iyilikler hakkında tefekkür etmek bizleri nimet sahibini zikir etmeye, tanımaya ve hatırlamaya götürür.
Zikir: Anmak, hatırlamak, yâd etmek gibi anlamlara gelmektedir.
Zikir, yapacağımız bir işi yapmadan önce söylemek istediğimiz bir şeyi söylemeden önce Allah’ı hatırlayarak yani Allah’ın bu konudaki iradesini düşünerek yapmak ve söylemektir.
Yemeğe başlarken nimetin sahibini hatırlayarak besmele çekmek ve yemekten sonra nimetin sahibine hamd etmek zikir sayıldığı gibi günlük hayatımızda yaptığımız bütün işlerde Allah’ın rızasını aramakta bir zikirdir. Dolayısıyla Allah’ı hatırlayarak ve rızasını gözeterek yapılan her bir iş bir tesbihat ve zikir mesabesindedir.
Zikir, yani Allah’ı hatırlama, mümini gaflete ve günaha düşmekten alıkoyan bir kalkan, manevi huzura açılan kapının anahtarı, ıstıraplı gönüllerin huzur kaynağıdır.
Allah (c.c.) ayeti kerimde şöyle buyuruyor: "Bilin ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 28).
Sadece Allah'ı zihinde tutmak veya sadece dil ile zikir cümlelerini tekrarlamak zikir için yeterli değildir. Zira zikir, dil, kalp ve bedenle olur. Dil ile zikir, Allah’ı anmak, hak ve hakikati söylemektir. Kalp ile zikir, kalb’ı Allah’a ait olmayan her şeyden arındırmaktır. Beden ile zikir ise hayatımızı Allah’ın iradesine uygun bir şekilde sürdürerek yaşantımızla Allah’ın rızasına nail olmaya çalışmaktır.
Peygamber (s.a.v) zikrin fazileti hakkında şöyle buyuruyor: “Bir topluluk Allâh’ı zikretmek üzere bir araya gelirse, melekler onların etrafını kuşatır. Allâh’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekînet iner ve Allâh Tealâ onları yanında bulunanlar arasında zikreder.” (Müslim, Zikir,39).
Kâinatın varlığı, gece ve gündüzün peşi sıra gelmesi, mevsimlerin değişmesi, yerin yeşerip kuruması gibi olaylar üzerine düşünen kişi Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini kavrar ve her daim Allah’ı zikir eder.
Allah (c.c.) ayeti kerimede şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değişmesinde akıl sahipleri için (üzerinde düşünüp, bunları yapanın tek ilah olduğu, kulluğun sadece kendisine yapılması gerektiğine dair sonuçlar çıkaracakları) ayetler vardır.” ( Âl-i İmran, 190).
Sayılamayacak kadar çok olan nimetlerin sahibi Allah’ı zikir eden (hatırlayan) kişi doğal olarak nimetin sahibi olan Allah’a şükür etme görevini yerine getirmesi gerektiğinin farkına varır. Zira mümin biliyor ki verdiği sonsuz nimetlere karşılık nimet sahibine şükür etmek nimeti artırır şükür etmeyip nankörlük etmek ise azabı gerektirir.
Allah (c.c.) ayeti kerimede şöyle buyuruyor: “Hani rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!” (İbrâhîm, 7).
Allah’a şükür etmek sadece dille "elhamdulillah çok şükür" demek değildir. Zira şükür Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak ile birlikte çokça ibadet etmektir.
Her konuda bize örnek olan Peygamber (s.a.v) nimetlere nasıl şükür edilmesi gerektiği konusunda da örnek olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v) zaman zaman geceleri kalkar ve ibadet ederdi. Uzunca bir süre huşu içerisinde kıyamda dururdu. Gözyaşları eşliğinde secdeye kapanırdı. Gönülden Allah’a yakarışta bulunurdu. Onun bu haline gıptayla şahit olan Hz. Aişe validemiz, “Yâ Resûlallah! Rabbin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı hâlde niçin bu kadar ibadet ediyorsun?” diye sordu. Allah Resûlü (s.a.v), değerli eşinin bu sorusuna nice anlam ve ibretlerle dolu şu cevabı verdi: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı Ey Aişe?” (Müslim, Sıfâtü’l-münâfikîn, 81; İbn Hıbban, Sahih, II, 36).
Peş peşe birçok geceyi aç geçiren, bir ay geçer evinde yemek pişirmek için ateş yakılmayan, dinlenmek için üzerine uzandığı hasırın yanlarında bıraktığı izle uyanan Peygamber (s.a.v) buna rağmen rabbinin üzerindeki nimetleri düşünerek mübarek ayakları şişinceye kadar ibadetle şükrünü ifa ettiğini görüyoruz.
Günümüzde sofralar üç öğünde birçok yemek ve içeceklerle donatılmasına rağmen bugünün insanını memnun etmemektedir. Maalesef günümüz insanı tükettiği bunca nimetleri görmezlikten gelerek nankörlük edip rabbine karşı yapması gereken şükrün yerine isyan etmektedir, asi olmaktadır ve ibadetlerini aksatmaktadır.
Nimete karşı şükür etme yerine nankörlük edenleri Allah (c.c.) azapla uyarmaktadır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Hani rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti.” (İbrâhîm, 7).