Kalp tasfiyesi, kalbin maneviyatının korunması ve muhafazası için helal lokmanın önemi nedir? Hak dostlarının hayatlarından ibretlik kıssalar...
Hüdâyî Hazretleri buyurur:
“Kalp tasfiyesi, lokma-i tayyibe (temiz lokma) ele getirmekle olur. Tâ ki şeytanın vesveselerinden, türlü türlü havâtırdan (menfî düşünce ve hayallerden) halâs ola. Ve havâtır-ı fâside (kötü duygu ve düşünceler) ki kalp safâsına (gönlün temizlik ve sâfiyetine) mânî olan odur. Tâat ve ibadetten lezzet ve safâ-yı bâl (kalp ve akıl temizliği) olmayınca ne hâsıl olur? Onun için her gâh söyleriz, bin kere de söylense elbette nice fayda ve teyakkun (şüpheden kurtulmuş tam bir idrâk) hâsıl olur.”
İbrahim bin Edhem Hazretleri'ni Yollara Düşüren Hadise
Hüdâyî Hazretleri, bu ifadelerinin ardından bir kıssa nakleder. Hulâsa edecek olursak; Hak dostlarından İbrahim bin Edhem Hazretleri, mânevî hâllerinin kaybolduğunu hissederek son derece muzdarip olur. Bu hâli tam kırk gün sürer. (Nitekim bir lokmanın vücuttan tam olarak izâlesinin de kırk gün sürdüğü söylenir.)
İbrahim bin Edhem Hazretleri, geceyi ibadetle geçirmek üzere bir mescide gider. Vakit ilerleyince birtakım zuhurat, sünuhat ve tecellîyat yaşar. Mânevî hâllerinin kaybına sebep olan şeyin, kırk gün önce hurma satın alırken yere düşen bir hurma tanesini, kendisinin zannederek alıp yemesi olduğunu anlar. Hazret, derhal yola çıkar ve birkaç günlük yolculuktan sonra, hurma satıcısını bulur. Vaziyeti anlatıp helâllik ister. Satıcı, o mübârek zâtın bir hurma için bu derece zahmet çekmesine şaşırır. Hayret dolu bakışlarla şöyle der:
“‒Siz bir tanecik hurmadan ötürü bu kadar zahmete katlanıp helâllik istiyorsunuz. Biz ise bunca zamandır hayvanat gibi hangi otlaktan bulursak, şüpheli-şüphesiz ayırmadan yiyip geziyoruz.” der. Ardından da nedâmet gözyaşları içinde tevbe eder, Hazretʼin irşâdına tâlip olur.[5]
Demek ki helâl ve temiz lokma, kalbin sâfiyetini korumak için elzemdir. Zira haram ve şüpheli lokmalar âdeta rûha zehir saçar, kalbin hakîkatlere karşı perdelenmesine sebep olur.
Helâl kazanıp helâl yemek, o kadar mühimdir ki, ibadetlerin makbûliyeti dahî buna bağlıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; haram kazançla hacca giden biri; “Lebbeyk Allâhümme lebbeyk!” dediğinde, semâdan bir münâdînin; “Sana ne lebbeyk ne de sa‘deyk!” diyerek onu reddedeceği, o şahsın hiçbir sevap alamadan, bilâkis günahkâr olarak döneceği bildirilmektedir. (Bkz. Heysemî, III, 209-210)
Bundan dolayıdır ki Hakkʼa yakın kullar, vücutlarına bir zerre haram veya şüpheli lokma girmesindense, pek çok zahmete katlanmayı tercih ederler.
Şunu aslâ hatırımızdan çıkarmayalım ki, kalplerin dinden, îmandan, mâneviyattan, ibadette huşûdan ve güzel ahlâktan uzaklaşmasının en mühim sebeplerinden biri, kazanca ve gıdaya karışan haram ve şüphelilerdir.
Hazret-i Mevlânâ der ki:
“Bu seher vakti, benden mânevî feyiz, tulûat, sünûhat, ilham ve hikmet kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Allah aşkı da mahlûkâta merhamet de helâl lokmanın mahsûlüdür. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma, şüpheli veya haramdır.”
Velhâsıl, kazancına ve gıdasına haram veya şüpheli karışanın ameli bozulur, ihlâsı zedelenir. Rûhun huzuru, helâl lokmaya bağlıdır.
Kendi Gıdasını Bizzat Kendisi Yetiştirirdi
Nitekim Hak dostlarından Bâhâüddîn Nakşibend Hazretleri de gıdasının helâliyetine son derece dikkat eder, bunun için kendi gıdasını bizzat kendisi yetiştirirdi. Hattâ nice âlim ve ârif zâtlar, onun ikramlarını şifâ niyetiyle yer ve hastalar için yanlarında götürürlerdi.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin bir talebesi bir defasında mânevî hâllerinin kaybolduğundan şikâyet eder. Hazret, talebesine;
“–Yediğin lokmaların helâl olup olmadığını iyi araştır!” buyurur. Talebe gidip araştırdığında, yemek pişirdiği ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yaktığını anlar ve hemen tevbe eder.
Ermeni Komşusunun Hidayetine Vesile Oldu
Helâl-haram hassâsiyetinin ehemmiyet ve bereketini, merhum pederim Mûsâ Efendi de şu hâdise ile anlatırdı:
“Müslüman olmuş Ermeni bir komşumuz vardı. Bir gün kendisine, nasıl hidâyete erdiğini sorduğumda, şunları söyledi:
«–Acıbadem’de tarla komşum olan Molla Rebî’nin güzel ahlâkı vesîlesiyle müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:
“–Buyrun, bu süt sizin!” dedi.
Şaşırdım:
“–Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim.
O hassas ve zarif gönüllü insan:
“–Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülat devresi (yediği otların vücudundan tamamen izâlesi) bitene kadar sütünü size getireceğim.” dedi.