Âyet-i kerîmede, kendisine zulmettiği beyân edilen kimseler, Kur’ân’ın hayat veren emir ve nehiylerine gâfil kalarak ömür tüketen bedbahtlardır. Ortada bulunanlar, bu ilâhî emirlere kimi zaman itaat edip kimi zaman onları ihmal eden kimselerdir ki, bunların hâli âdeta nefs-i levvâmenin tutarsızlığını hatırlatır. Allâh’ın izniyle hayırlarda öne geçenler ise, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’deki emir ve nehiylerini büyük bir aşk ve vecd içerisinde îfâya gayret eden, o ilâhî kelâmın “elfâzını hâmil”“ahkâmıyla âmil”“ahlâkıyla da kâmil” olan sâlih kullardır.

 

AKLIN İSRAFI

Sözleri ve prensipleri, hem kendi hayatında hem de kıyâmete kadar devam edecek olan ümmetinin hayatında fiilen yaşanan Peygamber Efendimiz’in nurlu izinde değil de, akılları vahiy terbiyesi görmemiş, ictimâî nizam ile ahlâk nâmına ortaya koydukları fikirler, çoğunlukla kütüphânelerin tozlu raflarındaki kitaplarda, sırf bir nazariye/teori olarak kalmış filozofların peşine takılıp boşuna yorulmak; aklın isrâfıdır.

LİSAN NİMETİNİN İSRAFI

Dargın gönülleri barıştırmak, din kardeşliğini kuvvetlendirmek, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak, dâimâ hakkın ve hayrın müdâfii ve sözcüsü olmak yerine, boş ve lâubâli konuşmalar yapmak, gönüllere diken batırmak, en kötüsü de bâtılın, şerrin ve şeytanın avukatlığını yapmak; lisan nîmetinin isrâfıdır.

İBADETTE İSRAF

İmkân var iken namazı cemaatle kılmamak, onu mecbûriyet savarcasına huşûdan uzak bir şekilde îfâ etmek de, ibadet hayatına âit israflar cümlesindendir.

İNSAN İSRAFI

Bilmeliyiz ki; ömrü boş geçirmek, yeme-içme ve giyimde haddi aşmak, sıhhati lüzumsuz yerlerde zâyî etmek, tefekkürü rûhânî manzaralara değil de nefsânî vitrinlere yönlendirmek, faydasız ilimle meşgul olmak ve ilmi, nefsânî menfaatlere âlet etmek de birer israftır. Hele eğitimde, evlâtları sırf dünyevî istikbâl kaygılarıyla mânevî terbiyeden mahrum olarak yetiştirmek, israfların en büyüğü olan “insan isrâfı”dır. Zira bu, en büyük hakikate gâfil kalarak ebedî saâdeti isrâf etmektir.

RIZIK İSRAFI

Bir kimsenin tembellik yaparak rızkını kazanmayı ihmâl etmesi ve etrafına muhtaç hâle düşmesi de bir çeşit israftır. Zira hadîs-i şerîfte:

“Allah Teâlâ, kulunu helâl peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever.” buyrulmuştur. (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 65)

İNFAK İSRAFI

Daha fazla ihtiyaç sahipleri varken, şahsî yakınlık duyduğumuz bir kimseye, ihtiyacından fazlasını vermek de israftır. Bu sebeple muhtaçların ihtiyaç derecelerine göre infakta öncelik sırasını belirlemek zarurîdir. Nitekim Mevlânâ Hazretleri bu hususta şöyle buyurur:

“Nice servet sahipleri vardır ki, onların lâyık olmayanlara vermemeleri, vermelerinden daha hayırlıdır. Bu yüzden, Allâh’ın verdiği malı, ancak Allâh’ın emrine göre harca! Yersiz infak, âsî bir kölenin, güyâ ihsanda bulunuyorum diye, pâdişâhın malını eşkıyâya dağıtmasına benzer.”

Âyet-i kerîmede buyrulur:

(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” (el-Bakara, 273)

RAMAZÂN-I ŞERÎF NİMETİNİ İSRAF

İçerisinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni barındıran Ramazân-ı Şerîf’in seherlerini, uyanık bir gönülle îfâ edilen teheccüd, tefekkür, zikir ve Kur’ân tilâvetleriyle ihyâ etmeyen, gündüzlerini, gönlü Hakk’a vererek yapılan ibadet, infak ve amel-i sâlihlerle îmâr etmeyen, icâbet saati olan iftar vakitlerini, istiğfar, duâ ve bir oruçluya iftar ettirebilmenin huzuru ile geçirmeyen, akşamlarını da tâdil-i erkân üzere edâ edilen terâvih namazları ile diriltmeyen kimseler; Ramazân-ı Şerîf nîmetini isrâf etmiş olurlar. Ramazan gün ve gecelerini israf edenler içinse; Cebrâil -aleyhisselâm-ʼın şu ihtârı kâfîdir:

“Ramazânʼa erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!” (Hâkim, IV, 170/7256)

İNSANA VERİLEN MADDİ VE MANEVİ NİMETLERİN İSRAFI

İnsanlık, ilâhî hakîkatlerden uzaklaştıkça; vicdan, insaf ve iz’âna, şefkat ve merhamete, diğergâmlık ve fedakârlığa, velhâsıl insanı eşref-i mahlûkat kılan bütün fazîlet ve yüce hasletlere de vedâ etmektedir. Belki bundan daha hazin olanıysa, kendini “dindar” olarak gören müslüman çevrelerden de, zamanımızda iyice yaygınlaşmış olan israf ve güç gösterisi hastalığına yakalanıp muhtaçlara bîgâne kalanların mevcûdiyetidir. Halk ağzında “süslüman” olarak da tâbir edilen bu zümre; lüks, israf ve gösterişle îtibar arama yanlışlığına düşmekte, maalesef muzdariplere duyarsız, feryatlara sağır, mâtemlere âmâ kesilmektedir.

Hâlbuki Cenâb-ı Hak, bize Tevbe Sûresi’nin 100. âyetinde Muhâcir ve Ensâr’ın izinden giden “ihsan sahipleri”nden olmamızı telkin buyurmaktadır. Yani Allah Rasûlü’nün nebevî terbiyesi altında yetişen güzîde nesli kendimize örnek almamız gerektiğini beyan etmektedir. Nitekim lüks, israf, saçıp savurma, güç gösterisi ve oburluk gibi çirkin hâller, sahâbe neslinin aslâ tanımadığı bir hayat tarzıydı. Onlar kendileri için kifâyet miktarına kanaat edip ihtiyaç fazlasını, hattâ pek çok zaman kendi muhtaç olduklarını din kardeşleriyle paylaşmayı en büyük zevk ve lezzet bilen yüksek şahsiyetlerdi.

Velhâsıl israf; hayatın her safhasında kendini gösteren bir zihniyet ve davranış bozukluğudur. İnsana bahşedilen maddî-mânevî nîmetlerin isrâf edilmesi ise, ebedî saâdet sermâyesini ziyan ederek âhirette iflâsa sürüklenmek demektir.

Rabbimiz, bizleri her türlü fenâlıklardan ve âhiretimizi mahvedecek israflardan muhâfaza buyursun. Hayatımızı, rızâsı istikâmetinde yaşayabilmeyi lûtf u keremiyle ihsân eylesin. Âmîn!..