Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz: «Allâh’ım, etrafımıza yağdır; üzerimize değil!” diye duâ buyurdular. Başlarının üzerindeki bulutlar derhâl açılıverdi ve civar bölgelerdeki insanların üzerine yağmur yağdı.”

 

Burada şu hususa da dikkat etmek lâzımdır ki; âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz müşriklere, kendisine eziyet ettikleri için değil, İslâm’ı yalanlamaları ve Allâh’a başkaldırmaları sebebiyle bedduâ etmişlerdir. Nitekim îmân ile şereflenmeleri ümidiyle de üzerlerindeki iptilânın kaldırılması için duâ buyurmuşlardır. Yani Efendimiz’in bütün derdi ve arzusu, insanlığın ebedî kurtuluşuydu.

 

İkinci görüş:

 

Abdullah bin Abbâs ve Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhum- gibi bazı ashâba göre ise bu “duhân”, kıyâmetten önce dünyayı saracak olan bir dumandır. İbn-i Kesîr gibi bazı müfessirler de bu görüşü tercih etmişlerdir.

 

Buna göre kıyâmet yaklaştığı zaman gökten yeryüzüne bir duman inecek, bütün Dünya’yı saracak ve kırk gün devam edecektir. Yeryüzü aşırı derecede ısınacaktır. Mü’minler bu dumandan -hafif nezleye tutulmuş gibi- çok az etkilenecek, kâfir ve münâfıklar ise şiddetle sarsılacak, âdeta sarhoşa döneceklerdir.[3]

 

2. Deccâl

 

Yalancı, hilekâr, hakkı bâtıla, iyiyi kötüye karıştıran kimse mânâsına gelen “Deccâl” hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de bir bilgi bulunmamaktadır. Deccâl’in âhir zamanda ortaya çıkacağı, Allah Teâlâ’nın kendisine verdiği birtakım imkân ve kâbiliyetlerle hârikulâde hünerler sergileyeceği ve böylece bazı insanları saptıracak bir yalancı ve sahtekâr olduğunu ise hadîs-i şerîflerden öğrenmekteyiz.

 

Nevvâs ibn-i Sem’ân -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

 

Bir sabah Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Deccâl’den uzun uzun bahsetti. Sonunda yorulup sesini alçalttı. Sonra tekrar yüksek sesle konuştu. Biz O’nun anlatışına bakarak Deccâl’in Medîne civârındaki hurmalıklara gelip dayandığını zannettik. Tekrar yanına gittiğimiz zaman üzüntümüzü anlayıp:

 

“–Hayrola, bu ne hâl?” buyurdular.

 

Biz de:

 

“–Yâ Rasûlâllah! Sabahleyin Deccâl’den bahsettiniz. Kâh alçak sesle kâh yüksek sesle konuştuğunuz için, biz onun hurmalıklara gelip dayandığını sandık.” dedik.

 

Bunun üzerine şöyle buyurdular:

 

“–Sizin adınıza Deccâl’den başka şeylerden daha çok korkuyorum. Şayet Deccâl, ben aranızdayken çıkarsa, onun oyununu bozar, delillerini çürütürüm. Eğer ben aranızdan ayrıldıktan sonra çıkarsa, artık herkes kendini ona karşı savunup korumalıdır. Zaten Allah Teâlâ mü’minleri onun kötülüklerinden koruyacaktır.

 

Deccâl; kıvırcık saçlı, patlak gözlü, (câhiliye devrinde ölen) Abdüluzzâ bin Katan’a benzeyen bir gençtir. Sizden onu gören, Kehf Sûresi’nin baş (ve son) tarafından onar âyet okusun.

 

O, Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak. Sağa-sola, her yana kötülüğünü yayacaktır. Ey Allâh’ın kulları, îmânınızı koruyup direnin!”

 

“–Yâ Rasûlâllah! Deccâl’in yeryüzünde kalma süresi ne kadardır?” diye sorduk. Şöyle buyurdular:

 

“–Kırk gündür. Bir günü bir yıl kadar, bir başka günü bir ay kadar, bir diğer günü de bir hafta kadardır; geri kalan günleri ise sizin bildiğiniz günler gibidir.”

 

Biz yine:

 

“–Yâ Rasûlâllah! Bir yıl kadar olan günde, kılacağımız bir günlük namaz kâfî gelecek mi?” dedik.

 

“–Hayır, siz namaz vakitlerini ona göre takdir ve hesap ediniz!” buyurdular.

 

Biz bu defa:

 

“–Yâ Resûlâllah! Onun yeryüzündeki sürati ne kadardır?” diye sorduk. Şöyle buyurdular:

 

“–Rüzgârın sürüklediği bulut gibi insanların yanından geçer. İlâh olduğunu söyleyerek insanların kendisine îman etmelerini ister, onlar da îman ederler. Göğe yağmur yağdırmasını emreder, yağmur yağar. Yere bitki bitirmesini emreder, otlar, çayırlar biter. İnsanların otlatmaya gönderdikleri hayvanları daha gösterişli, semiz ve sütleri daha bol olarak döner.

 

Daha sonra başka insanların yanına giderek onları kendine inanmaya davet eder. Fakat onlar kendisine inanmayıp teklifini geri çevirirler. Deccâl de yanlarından ayrılıp gider. Lâkin sabahleyin suları çekilip çayır ve çimenleri kurur, hayvanları da helâk olur.

 

Deccâl, bir ören yerine uğrayıp; «Definelerini ortaya çıkar!» der. O harâbedeki defineler, arı beyinin peşinden giden arılar gibi Deccâl’in arkasından gider.

 

Sonra Deccâl, babayiğit bir genci yanına çağırıp onu kılıcıyla ikiye biçer; vücudunun her parçası bir yana düşer. Ardından ona seslenir. Delikanlı gülümseyen bir çehreyle ona doğru gelir.

 

Deccâl böyle işler yaparken, Allah Teâlâ, Mesîh bin Meryem -aleyhisselâm-’ı gönderir.

 

Mesîh, boyanmış iki elbise içinde, ellerini iki meleğin kanatları üzerine koyarak Dımaşk’ın doğusundaki Akminare’nin yanına iner. Mesîh, parıldayan yüzüyle başını yere eğince saçlarından terler damlar, başını kaldırınca inci gibi nûrânî damlalar dökülür. Onun nefesini koklayan kâfir derhâl ölür. Nefesi, baktığı yere ânında ulaşır.

 

Mesîh, Deccâl’in peşine düşer, onu (Kudüs yakınındaki) Bâbülüd’de yakalayıp öldürür. Sonra Îsâ -aleyhisselâm-, Allah Teâlâ’nın kendilerini Deccâl’in şerrinden koruduğu birtakım insanların yanına gelir, onların yüzlerini okşayarak Deccâl fitnesinin sona erdiğini söyler ve kendilerine Cennet’teki yüksek derecelerini haber verir…” (Müslim, Fiten, 110)[4]

 

Deccâl Fitnesi

Şüphesiz Deccâl fitnesi, insanoğlunun yeryüzünde göreceği en büyük fitnedir. Nitekim Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

 

“Hazret-i Âdem’in yaratıldığı zamandan kıyâmetin kopacağı âna kadar Deccâl’den daha büyük bir fitne yoktur.” buyurmuşlardır. (Müslim, Fiten 126)[5]

 

Bu sebeple bütün peygamberler ümmetlerine bu fitneden söz etmiş ve onları îkaz buyurmuşlardır.[6] Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Deccâl’in fitnesinden Allâh’a sığınmış, dolayısıyla bizim de ondan Cenâb-ı Hakk’a sığınmamızı tavsiye etmiştir.