Yüce Rabbimiz hayat kitabımız olan Kur’an’ı Kerimde şöyle buyuruyor:
Rabbin Âdemoğullarından -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz. (Araf 172) Bu Ayeti kerime bizlere Kalu Bela/ Bezm-i Elest diye isimlendirilen sözleşmeye sadık kalmamızı ve ahdimize vefa göstermemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Vefa kelimesi, Sözünde durmak, vadettiklerini yerine getirmek, sözüne sadık kalmak gibi anlamlara gelir. Vefa aynı zamanda Sevgiyi sürdürme, sevgi, dostluk ve bağlılıktır.
“Vefa, her şeyden önce Yüce Allah’a gönülden bağlılık, sadakat ve itaattir. Hiçbir şeyi ortak koşmadan muhabbet ve marifetle O’na yönelmektir. İbadet ve salih amellerle O’na yaklaşmaya gayret etmektir.”
Vefa öyle değerli bir haslettir ki Rabbimiz Kerim kitabında zatının vefalı olduğunu Tevbe Suresinin 111. ayetinde şöyle açıklıyor: “Allah müminlerden, mal ve canlarını, kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerinde hak bir vaaddir. Sözünde Allah'tan daha vefalı kim var? O halde, Onunla yaptığınız bu alışverişten dolayı müjdeler olsun size! İşte bu, büyük bir kazançtır” (Tevbe 111).
Konunun girişinde mealini verdiğim Araf Suresi 172. ayeti bize gösteriyor ki Rabbimiz, daha bizler dünyaya gelmeden ve henüz ruhlar aleminde iken bizden bir söz almıştır; bu sözün ismi ise kulluk sözleşmesidir yani insanın Allah karşısındaki konumunu belirler. İşte Rabbimiz, hayatımız boyunca verdiğimiz o söz ve ahde sadık kalmamızı ve buna vefa göstermemizi bizden istemektedir.
Sözün özü vefa, ilk önce bizi yaratan Allaha karşı yerine getirmemiz gereken bir sorumluluktur. Peki, bu sorumluluk nedir, bu sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmek için yapmamız ve uzak durmamız gereken hususlar nelerdir? Geliniz birlikte bunlara bir bakalım.
1. Allah’ın mirlerini yerine getirme sorumluluğu. Bunlar:
- Öncelikle insan Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ederek O'nun varlığına ve tek olduğuna inanmalıdır.
- Allah’ın emirlerini yerine getirmeli ve yasaklarına uymalıdır.
- İnsanlar yeryüzünde bulunan diğer canlılara zarar vermemelidir çünkü onlara zarar vermek aynı zamanda insanların günaha girmesine neden olacaktır.
- İnsanlar Allah’a ibadet etmeli ve böylece Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalıdır.
- İyilikler ve hayırlar işleyerek sevap kazanarak Allah’ın rızasını kazanmalıdırlar.
- İnsanlar peygamber efendimizi örnek almalı ve O'nun gibi örnek bir insan olmak için çalışmalıdırlar.
- İnsanları ve yeryüzündeki diğer her şeyi Allah’ın yarattığına inanmalıdırlar.
- Adaletli olmak, iyiliği karakter haline getirmek ve yeryüzünde iyiliğin hâkim olması için kişinin üzerine düşeni yapmasıdır.
2. Allah’ın yasaklarından da sakınma sorumluluğu. Allah’ın yasakladıklarından bazıları şunlardır;
- Şirk Koşmak: Şirk, Allah'tan başla ilah edinmek demektir.
- Zina Yapmak: Zina, şirkten sonraki en büyük günahtır.
- İçki İçmek: Maide Suresinin 90. ayetinde içkiden “şeytan işi bir pislik” olarak bahsedilir.
- Yalan: Hem yalan söylemek hem de yalancı şahitlik yapmak, 7 büyük günahtan biridir.
- Birini öldürmek: Dinimize göre bir kişiyi öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir. Cinayet işlemek gibi intihar etmek de en büyük günahlar arasında yer alır.
- Faiz: Faiz yemek, helal değildir. Dinimize göre sadece alın teriyle kazanılmış para helal ve meşrudur.
- Büyü yapmak: Dinimiz büyü yapmayı ve büyüyle uğraşmayı haram kılmıştır.
- Büyük küçük bütün günahlardan uzak durmak da sorumluluklarımızdandır.
İslam’ın anahtarı olan Kelime-i Şehadet (Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve resulüdür.) hem bir söz ve ahittir. “Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.” (İsra 34) hem de gereğini yapma konusunda bir vefadır. Kısacası Kelime-i Şehadetin gereğini yapmak; bizi yaratan, yaşatan ve sayısız nimetlerle donatan Allah’a ve güzel örnekliğiyle İslam’ın hükümlerini ve hikmetlerini en güzel şekilde açıklayan âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulüne karşı vefalı olmaktır.
Yukarıda Allah’a karşı nasıl vefalı olmaz gerektiğini özet olarak izah etmeye çalıştım şimdide Allah Resulüne karşı nasıl vefalı olunur onu izah etmeye çalışacağım.
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşir, 59/7)
“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa, 4/69). Rabbimiz bu ayeti kerimelerde, Allahtan sonra peygambere de itaat edilmesi gerektiğini ve yücelmenin de ancak Allah ve resulüne hakiki bir bağlılık ve boyun eğmeyle olabileceğini ilan etmektedir.
İtaatin söz konusu olduğu ayetlerde, Allah’tan sonra peygambere de itaatin emredilmiş olması, Peygambere de vefalı olunmayı gerektirir.
Peygambere karşı vefalı olmak için onun Sünnet-i seniyyesine (sözleri, fiilleri ve tasvib ettikleri) sımsıkı sarılmakla olur. Çünkü Hz. Aişe (ra)’ya, Hz. Peygamber’in ahlakını sorduklarında, “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kuran’dı.” diye cevap vermesi, sünnete bağlılığın da Kur’an’a bağlılık olduğunu ve nasıl ki Kuran-ı Kerim’i gönderen Allah’a vefalı olmak gerekiyorsa aynı şekilde Peygambere de vefalı olmak gerektiğini göstermektedir. Bir mü‘minin vefa timsali olan Hz. Muhammed (as)’a karşı vefalı olmaması asla düşünülemez.
Allah’a karşı vefa ve şükür gerektiren bir diğer husus da Cenab-ı Hakkın, bizleri İslam’la şereflendirmesi ve bizi, “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya 107). diye nitelendirdiği vefa ve şükrün zirvesi Muhammed (as)’a ümmet olma lütfunu nasip etmesidir.
“Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”(Ali İmran 164)
Vefanın bir diğer boyutu da insanın sıkıntıya girdiğinde veya başına bir musibet geldiğinde Rabbini hatırlayıp yalvardığı gibi, sıkıntısı geçtiğinde de Rabbini anmayı ve ona yalvarmayı ihmal etmemesidir.
Ve son olarak Rabbimize karşı vefalı olmayı, menfaat ve mükâfat celb etmek veya cezayı def etmek için değil, Allah Resulü(as)’ın dediği gibi “şükreden bir kul olmak için” olmalıdır.