Ona saygısızlık etmek bu kadar tehlikeli ise muhalefet etmek, emirlerine karşı gelmek kim bilir insanı hangi uçurumlara sürükler. Yüce Rabbimiz şöyle îkâz eder:
“Rasûlün çağrısını aranızda, birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!” (en-Nûr 24/63)
RASÛLULLAH (S.A.V) EFENDİMİZ’İN EN MÜHİM VAZİFESİ
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in en mühim vazifesi kendisine gelen vahyi derhal okuyup tebliğ etmek, gerektiğinde tefsir ve beyân etmek, emrolunduğu şekilde istikâmet üzere amel etmek ve yaşamaktı. Şimdi bunları maddeler hâlinde biraz açalım:
-
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili birinci vazifesi onu okuyup insanlara tebliğ etmekti. Allah Teâlâ ona şöyle buyurmuştur:
“Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku! Onun kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur. Ondan başka bir sığınak da bulamazsın.” (el-Kehf 18/27)[5]
“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun mesajını iletmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphe yok ki Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (el-Mâide 5/67)
-
Allah Rasûlü’nün ikinci vazifesi anlamı kapalı olan ve açıklamaya ihtiyacı olan âyetlerin mânâlarını beyân etmekti:
“O peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik.” (en-Nahl 14/44)
“Vahyi tam alma telâşı yüzünden dilini kımıldatma. Onu zihninde toplayıp okumanı sağlama işi bize aittir. O halde onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da elbette bize aittir.” (el-Kıyâme 75/16-19)
Kur’ân-ı Kerîm’i, sadece metnini veya mealini okuyarak anlayamayız. O, 23 senede peyderpey indirilmiştir. Bir kısım âyetleri muhtelif hâdiseler sebebiyle nâzil olmuştur. Bu âyetleri anlayabilmek için bu hâdiseleri bilmek gerekir. Nüzul sebebi bilinmeyen âyetleri anlayabilmek için de yine nüzul ortamını, o dönemde kullanılan Arap dilini, başta sünnet ve siyer olmak üzere söz konusu dönemin tarihî, coğrafî ve kültürel yapısını bilmek lâzımdır. Sahabe-i kiram anladığı için Allah Rasûlü’nün tefsir etmediği, ancak bugün biz okuduğumuzda anlayamadığımız birçok âyet vardır. Bunları anlayabilmek için bizim Hadis, Sünnet, Siyer gibi ilimlere ve ashâb-ı kiramın hayatını bilmeye ihtiyacımız vardır. Zira Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ve ashâbı, Kur’ân’ı anladıkları gibi yaşamışlardır. Bu sebeple, sözlü olarak beyan etmedikleri hususları anlamak için onların hayatlarına bakmamız gerekir.
-
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in üçüncü vazifesi Kur’ân’ın ahkâmını fert, aile ve toplum hayatına tatbik etmekti:
“Rabbinden sana vahyedilene uy. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Ahzâb 33/2)
“Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Bir de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir.” (Hûd 11/112)
-
Rasûlullah (s.a.v)’in bir vazifesi de Kur’ân-ı Kerîm’de hükmü açıklanmayan konularda yine vahye dayalı olarak İslâm’ın hükümlerini açıklamaktı. Yani o sünnet vahyi ile, Kur’ân’da olmayan hükümler ve bilgiler de getirmişti. Bunun bazı misalleri şunlardır:
- Bir kadının üzerine onun halası ve teyzesi nikâhlanamaz.[6]
- Mest üzerine mesh yapılabilir.[7]
- Hayızlı kadın tutamadığı oruçları kaza etmelidir, ama kılamadığı namazları kaza etmesine gerek yoktur.[8]
- Müslüman kâfire, kâfir de Müslümana mirasçı olamaz.[9]
Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi anlayan kişi, hiç şüphesiz Rasûlullah (s.a.v) idi. Çünkü Kur’ân’ın mânâlarını ona öğreten Cenâb-ı Hak idi. O, Kur’ân’ı okumuş, anlamış, tebliğ ve tefsir etmiş ve yaşamıştır. Canlı bir Kur’ân olmuştur. Bu sebeple biz de Kur’ân’ı anlayıp yaşayabilmek için onun sözlerini, hayatını ve sünnetini bilmeye son derece muhtacız. Bunları tam olarak öğrenebilmek için ashâb-ı kirâmı da tanımaya ihtiyacımız var.
RASÛLULLAH (S.A.V) EFENDİMİZ’İN KUR’ÂN-I KERÎM’İ TEFSİRİ
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Kur’ân-ı Kerîm’i tefsiriyle ilgili birkaç misal verelim:
-
Kur’ân-ı Kerîm’de “salât”, “zekât”, “savm”, “hac” gibi ibadetler emredilmektedir. Bunların, bilinen lügat mânalarının yanında, geniş muhtevalı dinî anlamları da vardır. Bunları Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) söz ve fiilleriyle tefsir etmişlerdir. Buna “Mücmelin beyânı veya tafsili” denilir. Meselâ Rasûlullah (s.a.v);
- Namazın nasıl kılınacağını,
- Vakitlerini,
- Rekât sayılarını,
- Namazın farz ve vaciplerinin neler olduğunu,
- Zekâtın nasıl, ne zaman ve ne miktarda verileceğini,
- Orucun nasıl tutulacağını,
- Orucu bozan şeyleri,
- Haccın nasıl ifâ edileceğini
anlaşılabilir ve tatbik edilebilir bir şekilde beyan buyurmuştur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v), “Benim namazı nasıl kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılın”[10]; “Haccın menâsikini benden alın”[11] buyurmuşlardır. Mâlum olduğu üzere Kur’ân’da bu ibadetler defalarca emredilir, ancak ne zaman, nasıl ve ne kadar yapılacağı bazı işaretler dışında açıkça öğretilmez.