İlim ve tasavvufta zirve bir şahsiyet olan Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin şiir sahasında da müstesnâ bir liyâkati vardır. Yazdığı şiirler, onun rûhî derinliğinin terennümleri ile dolu bir sır ve hikmet deryâsıdır. Bu büyük deryânın toplandığı bir “Farsça Dîvân”ı vardır ki, güzelliğiyle gönülleri hayretler içinde bırakır.
Dîvânı mütâlaa edildiğinde Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin gönlünde dâimâ bir mahşer kaynadığı görülür. Onun Cenâb-ı Hakk’a, Peygamber Efendimiz’e, Kâbe’ye ve üstâdına olan muhabbeti gönlünden taşarak, âdeta inci tâneleri hâlindeki gözyaşlarıyla kalemine mürekkep olarak akar. Oradan da emsalsiz bir sanat hârikası olarak mısrâlara dökülür.
İlâhî muhabbete dâir beyitlerinden birkaçının mânâsı şöyledir:
“Ey Rabbim! Sana hakkıyla hamd ü senâda aslâ bulunamam! Zâten böyle bir şeyi iddiâ etmek, ölüm kokusunu alan bir kişi için ahmaklıktır.
Vallâhi bana ebedî bir hayat verilse ve benim Allâh’a hamd ü senâ etmekten başka bir işim olmasa;
Vücudumdaki her kıla, binlerce lisan konuşabilen iki bin dil verilse;
Kalbime vesvese vererek beni meşgul etmemeleri için nefs ile şeytan benden uzaklaştırılsa;
Ben de bütün varlığımla hiç ara vermeden ömrümü O’nun hamd ü senâsına sarf etsem;
Bütün bu yaptıklarımla bir tek nîmetin bile hamdini îfâ edemem! Nerede kaldı ki tek tek veya tamamıyla bütün nîmetlerine şükredebileyim… Zira şükretmek de ayrı bir nîmettir!”[31]
Resûlullah Efendimiz’e duyduğu aşk ve muhabbetle nazmettiği beyitlerden birkaçının mânâsı da şöyledir:
“Selâm olsun Sana ey Peygamber ki yeryüzü istirahatgâhın olduğundan beri kara toprak, mavi gökyüzüne karşı yüz naz etmektedir.
Selâm olsun Sana ey Peygamber ki yüksek mertebelerin en yükseği bile, Sen’in Allâh’a yakınlık mertebenden yüz binlerce sene daha aşağıdadır.” (Dîvân, beyt: 130-131)
“Ey bütün mahlûkâtın en hayırlısı! Ben nerede, Sana selâm vermek nerede? Sana Âlemlerin Rabbi’nden her dem yüzlerce selâm olsun!
Ey âsîlerin sığınağı! Sayısız hatâlarımla beni himâyene alman için kapına geldim. Âh o mübârek ayağını bastığın eşiği her zaman doya doya öpebilsem!” (Dîvân, beyt: 136-137)
“Ey gönül, uyanık ol! Zira bu mübârek topraklarda ezelî güzelliğin nûrundan, uyanık kalplere devamlı tecellîler yağıyor.” (Dîvân, beyt: 172)
“Dünyayı bir incir çekirdeğine sığdırmak belki mümkündür, lâkin O’nun medhi, ifâde dünyasına sığmaz!” (Dîvân, beyt: 188)
“Mâşâallah ne cömert bir zât ki O’nun cömertlik fışkıran varlığı sebebiyle denizden inci, taştan yâkut, dikenden gül çıkıyor!
Şayet gül bahçesinde O’nun güzel ahlâkından bahsedilse, ağzını açıp tebessüm etmeyen bir gonca bile kalmaz!
Şan ve şöhret sahibi kimselerin feryâd ü figân ettiği o kıyâmet gününde, kurtuluş ancak O’nun güzel iltifâtı ile mümkün olur.” (Dîvân, beyt: 192-194)
“Şayet Habîbullah sıfatıyla Mahşer meydanına gelmezse, orada bekleyen peygamberlerin bile ödleri kopar.” (Dîvân, beyt: 211)
“Ey Hâlid! Şayet sen Resûlullah Efendimiz’in bir tek saçını iki dünya ile değiştirirsen, bu adam henüz reşid olmamış diye senin üzerine hacr koyarlar. (Akıllı değil diye akit ve mâlî tasarruf hürriyetini kısıtlarlar.)” (Dîvân, beyt: 513)
Mevlânâ Hâlid Hazretleri, ebedî saâdeti kazanmaya teşvik mâhiyetindeki beyitlerinde de şöyle buyurur:
“Ey canım! Sakın ebedî saâdeti dünyaya değişme! Dikkatle bakarsan görürsün ki, bütün dünya ancak bir iki nefesten ibârettir.
Dünyada kaldığın müddetçe şahlık sırası hep sende olsa, yine de başlangıcın baş ağrısı, âkıbetin de hep pişmanlıktır.” (Dîvân, beyt: 452-453)
HZ. MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ’NİN GÜZEL AHLAKI VE FAZİLETLERİ
Hâlid-i Bağdâdî g devamlı Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ve tazarrû hâlinde bulunurdu. Sıkıntı ve meşakkatlere tahammül gösterirdi.
Hoşsohbet idi. Latîfesi tatlı, konuşması huzur verici idi. Îzah ve açıklamaları gâyet hikmetli idi. Kalbi metîn, sözü açık ve lisânı akıcı idi. Dullara ve yetimlere kol kanat gererdi. Dâimâ İslâm’a hizmet etmek ister ve her fırsatı değerlendirirdi. Şam’a hicret ettiğinde, yıkılmaya yüz tutmuş pek çok câmiyi ihyâ etti. Oraları, namazların ikāmesi ve evrâd ü ezkâr ile şenlendirir, ilâhî emir ve nehiylere riâyet hususunda halkı irşâd ederdi.[32]
Mevlânâ Hâlid Hazretleri, son derece heybetli ve vakar sahibi idi. Yeme, içme, giyme, uyuma, oturma, kalkma ve diğer fiillerinde Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sine titizlikle riâyet ederdi. Hizmetlerinde bulunanlar, onun herhangi bir sünneti veya ilâhî emri terk ettiğini hiç görmediklerini ifâde ederlerdi. Hattâ takvâ sahibi bâzı âlimler, onunla bir sene beraber bulunarak mescide giriş ve çıkışta dâimâ sağ ayağıyla girdiğini ve sol ayağıyla çıktığını gördüler. Onlar da bir kez olsun, sünnete uymayan bir fiiline rastlayamadılar. Bu sebeple pek çok âlim; “Resûlullah’ın sünneti hususunda emîn bir şahsiyet” diyerek ona intisâb etti.[33]
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri cömertlerin sultânı idi. İhsan ve merhamet sahibiydi. Fakirlere, gariplere, yetimlere, son derece şefkatle infak ve ihsanda bulunurdu. Onların şahsiyetlerini hiç rencide etmezdi. Kötü insanlara bile çirkin söz söylemek istemez:
“–Ben lânetçi olmayı istemem!” buyururdu.[34]
Mevlânâ Hâlid Hazretleri, ilim ve irfanda uçsuz bucaksız bir deryâ gibiydi. Buna rağmen hocaları ve arkadaşlarına karşı çok mütevâzı davranır, çok iyi bildiği pek çok meseleyi bilmezlikten gelerek gurur ve kibirden kendisini muhâfaza ederdi.[35] O, ilmi ile amel eden ulemâ için kâmil bir örnekti. İbadetlerinde aslâ kolaya kaçmazdı. Kanaatkârdı. Zamanını hiç boş geçirmez, en güzel şekilde değerlendirirdi. Her hâliyle övülmeye lâyık, örnek bir şahsiyetti.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, yetiştirdiği talebelerinden kemâle erip yükselenlerin her birini bir ülkeye gönderirdi.