“Sonunda yalvararak akla dedim ki: «Ey bütün incelikleri gören akıl! Mâdem özür beyânı geçerli değil, o hâlde ben ne yapmalıyım?

Dedi ki: «Ben kusurluyum, suçumu îtirâf ediyorum, mahcûbiyetimden dolayı güçsüz, utangaç ve şaşkınım…» demelisin!” (Dîvân, beyt: 291-292)

“Benden sâlih bir amel aslâ sâdır olmadı! Günahlarım ise o kadar çok ki sözle anlatılamaz!

Ben kötü amellerimden dolayı utanmaktayım. Ne ihlâsla yaptığım bir ibadetim var, ne de özür beyân edecek bir dilim!” (Dîvân, beyt: 1085-1086)

“Ömrüm lüzumsuz ve dağınık işlerde boşa geçti, yazık! Hiçbir vakit kıyâmet ve âhireti aklıma getirmiyorum, yazık!

Zavallı ben, her an nefsânî arzular üzerine binâ kuruyorum. Bu sebeple amel sarayımın temelleri çok zayıf olacak, yazık!” (Dîvân, beyt: 704-705)

O koskoca ilim ve irfan deryâsı, ilâhî azamet karşısında bütün varlığıyla hiçlik katresinin sonsuz ufuklarına dalmış, böylece Hak katında gittikçe artan bir mânevî zenginliğe ve erişilmez mertebelere nâil olmuştur.

HZ. MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ’NİN HASTALIĞI VE SON ANLARI

Şam’da müthiş bir tâun (vebâ) hastalığı zuhûr etmişti. Bu sebeple Mevlânâ Hâlid Hazretleri, şehirden çıkmak istemedi. Ahâliye de tâundan ölenlerin şehîd olacağı hakkında hadîs-i şerîfler okudu. Bu esnâda bir kimse geldi ve:

“–Efendim! Duâ edin de bana tâun bulaşmasın!” diye yalvardı. Hazret-i Pîr, duâ etti ve bu şahsa tâun hastalığı bulaşmadı.

“–Efendim, kendiniz için de duâ etseniz!” denilince:

“–Rabbime kavuşmayı istememekten hayâ ederim!” buyurdu.[44]

Oğullarından önce Bahâüddîn, bir müddet sonra da Abdurrahman tâuna yakalanıp vefât etti. Mevlânâ Hâlid Hazretleri, evlâtlarının definleri sırasında kendi rıhletinin de yakın olduğunu hissetti. Talebelerine kabrini hazırlamalarını söyledi ve nereye defnolunacağını bildirdi. Talebeleri, bu emri yerine getirme hususunda gönüllerini saran ayrılık elemi sebebiyle biraz tereddüt ettiler. Bunu gören Mevlânâ Hâlid Hazretleri, Şeyh Abdülkâdir’i yanına çağırdı ve:

“–Kabrimi muhakkak bugün kazın! Çünkü kazarken bir taşa rastlayacaksınız. Eğer onu kırmayı vefat günüme bırakırsanız, kabrimi belki vaktinde hazırlayamazsınız.” dedi. Emri derhâl yerine getirildi. Bir gün Mevlânâ Hâlid Hazretleri, Şeyh İsmâil Gazzî’ye:

“–Bütün kitaplarımı vakfettim.” buyurdu. O gün, vefât eden ikinci oğlu Abdurrahman dolayısıyla tâziyeye gelenleri kabûl etti. Ziyaretçiler gittikten sonra Şeyh İsmâil Efendi’ye:

“–Bugün yanımda kalınız!” dedi. Sonra da:

“–İnsanların; «Mevlânâ Hâlid kerâmet izhâr ediyor!» demelerinden korkmasaydım, bugün bütün sevdiklerim ve dostlarımla vedâlaşırdım. Öyle zannediyorum ki bu cuma gecesi büyük yolculuğa çıkıyorum.” buyurdu. O esnâda kendisine getirilen yemeğe bakarak:

“–Bu ve bundan başka yemeklerden yemeyeceğim! Ölümü isteyen, hem de yemek yiyen birini gördünüz mü hiç?” buyurdu.[45] İbn-i Âbidîn Hazretleri şöyle anlatır:

“Vefât eden oğlu sebebiyle tâziyede bulunmak üzere üstâdım Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin huzûr-i âlîlerine çıktım. Nurlu çehresinin tebessüm ettiğini gördüm. Bana:

«–Kalbimde, bu acı hâdiseye üzülmekten ziyâde hamd ve rızâ hâli bulunduğu için Allâh’a hamd ediyorum!» buyurdu. Sonra salı günü bir daha ziyaretlerine gittim ve:

«–Efendim! İki gecedir rüyamda Hazret-i Osman bin Affân’ın vefât etmiş olduğunu ve benim de cenâze namazını kıldırdığımı görüyorum.» dedim.

«–Bu fakir Hazret-i Osmân’ın evlâdındandır...» buyurdular. Sanki bu rüyada kendisinin kastedildiğine işaret ediyorlardı.”

İbn-i Âbidîn, bu rüyayı anlattığına çok pişman oldu ve kederlendi.[46]

Mevlânâ Hâlid Hazretleri, tıpkı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri gibi ölümü âdeta bir “şeb-i arûs” olarak karşılıyor ve etrâfındakilere şu tavsiyelerde bulunuyordu:

“Malımın, arazilerimin, hattâ evimin üçte birini hayır işleri için vasiyet ettim… Vasîlerim kabrimin yakınlarına hayrât olarak bir su sarnıcı yapsınlar. Benim kabrime, çocuklarım, akrabalarım ve halîfelerimin kabirleri üzerine, tâzim ifâdeleri olmadan ve lâkab kullanmadan işaret koysunlar. Meselâ; «Bu, Kerîm olan Mevlâsının rahmetine muhtaç, filân oğlu filân en-Nakşibendî el-Müceddidî’nin kabridir.» gibi bir ibâre yazsınlar. Malımın üçte birinin bin kuruşunu namaz iskātım için versinler…

Fakir kardeşlerimizin iâşeleri bu üçte birden temin edilecektir. Onlara yemek hazırlayınız! Medresede namaz kılmayı ihmâl etmeyiniz! Orada Hatm-i Hâcegân yapılmasını da istiyorum.

Sakın benim ardımdan şekil ve şemâilimi sayarak ve bağırıp çağırarak ağlamak sûretiyle rûhuma eziyet etmeyiniz. Her yana bu yollu mektuplar yazarak vefâtıma hiç kimsenin üzülmemesini ve ağlamamasını tembih ediniz. İmkânı bulunan ve muhabbetinde sâdık olan kişilerin kurbanlar kesip sevâbını bana hediye etmesini isterim. Bâzı sekir ehlinin dediği gibi; «Arkamdan sadaka gönderilmesine ve Kur’ân okunmasına ihtiyacım yok!» demiyorum. Bilâkis Fâtiha ve İhlâs-ı Şerîf’lere çok ihtiyacım var.

Sizler beni hoş görünüz. Diğer beldelerdeki bütün mensuplarım da haklarını helâl etsinler! Hepiniz birlik ve ittifak içinde olunuz! Benliği ve nifâkı terk ediniz! Kabirde gözümü aydın edecek amel-i sâlihler işleyiniz!”

HZ. MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ NE ZAMAN VEFAT ETTİ?

Daha sonra harem tarafına geçti. Abdest alıp iki rekât namaz kıldı ve; “Şimdi tâuna yakalandım.” dedi. Allâh’a yönelip, yüzünü kıbleye çevirdi. Zikir, murâkabe ve münâcât ile meşgul oldu. Eleminden dolayı “Âh, vâh!” ettiği duyulmuyordu. Bütün âzâlarında, hattâ saçlarında bile zikrullâh’ın alâmetleri görülüyordu. Akşam ezanı okunmaya başlayınca müezzine icâbet ederek dört defa; “اَللّٰهُ حَقٌّ: Allah Hak’tır!” buyurdu. Sonra da şu âyet-i kerîmeleri tilâvet etti:

“Ey huzûra ermiş nefs! Sen Rabbinden râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl ve Cennet’ime gir!” (el-Fecr, 27-30)