Dünyadan ayrılmasıyla yerli-yabancı herkesin âdeta kalbi eridi. Her taraf ağlama ve hıçkırık sesleriyle doldu. Onu tanıyıp da üzüntüsünden içli içli “Âh vâh!” etmeyen hiçbir mü’min kalmadı. Şam’da Kāsiyûn Dağı’nın eteğindeki Nûr Tepesi’ne defnedildi. Burası bugün Sâlihiye diye zikredilir.[47]

Cenâzesinde o güne kadar görülmemiş büyük bir kalabalık toplandı. Cenâze namazı, talebesi İbn-i Âbidîn Hazretleri tarafından kıldırıldı.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, kabre konurken mübârek naaşlarından etrâfa, âdeta ruhları okşayan gâyet hoş bir râyiha yayıldı. Orada bulunan herkes, bu latîf kokuyu hissetti. Bâzı ehl-i hâl ziyaretçiler, bu güzel kokunun hâlâ hissedilmekte olduğunu söylerler.

Hak dostlarının sertâcı, âlimler ve ârifler sultânı olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin hâlâ feyzi cârî, himmeti âlîdir.

HZ. MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ’NİN HİKMETLİ SÖZLERİ

  • “Şerîat âlimleri ve müşâhede ehli ârif zâtlar şu hakîkat üzerinde ittifak etmişlerdir ki, bir kimsenin kendi nefsini beğenmesi, başkalarını hor görmesi ve diğer insanlardan daha takvâ sahibi olduğuna inanması, büyük günahların en büyüklerindendir.”[48]
  • “Şunu bilin ki hakîkatte dünya, geçici bir gölge ve kul ile Mevlâsı arasına giren bir perdedir. Kalbinde zerre miktârı dünya muhabbeti bulunan kişi, hakîkî kul sayılmaz. Dünyayı kabuğuyla ve özüyle birlikte (kalbinden) atmayan kişi makbûl değildir.”[49]
  • “…Emîr ve vezirlerin iyiliği bütün insanların iyiliği demektir. Allah sizleri de o güzel hâl ile süslesin! Onların bozulması da aynı şekilde bütün halkın bozulması demektir. Allah sizi o fenâ hâlden muhâfaza buyursun! Peygamber Efendimiz duâyı herkese umûmî olarak yapmamızı emir buyurmuştur. Hiç şüphe yok ki, tebliğ edilmese bile, sûfîlerin âdeti, kerem sahibi vezirlere, diğer bütün müslümanlara ve İslâm’a duâ etmeye âzamî derecede îtinâ göstermektir.”[50]
  • “Sizlere, çokça zikretmenizi, devamlı Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmenizi, fânî dünyanın süslerinden yüz çevirmenizi, bâkì olan âhirete çok fazla rağbet etmenizi, ölümü ve kabirdeki yalnızlığı hatırlamanızı, hesap ve ilâhî huzûra çıkma günü için var gücünüzle hazırlanmanızı, Sünnet-i Seniyye’ye yapışmanızı, çirkin bid’atlerden yüz çevirmenizi, İslâm’ın muzaffer olması, dinden dönen alçakların ve din düşmanlarının yardımsız kalması için duâ etmenizi tavsiye ederim.”[51]
  • “Bütün fiil ve sözlerinizde kendi güç ve kuvvetinizden vazgeçerek Allâh’ın güç ve kudretine sıkıca sarılın!”[52]
  • “Her virdin bir vâridi (gönle doğan ilhâmı) vardır.”[53]
  • “«Bâtın ashâbı» denilen ilâhî sırlara vâkıf âriflerden, hattâ nebîlerden feyz alabilmek, üç ana sebebe bağlıdır. Bunlar:
  1. İhlâs,
  2. Edep ve
  3. Ehlullâh’a muhabbet beslemektir.

Zira feyz, ancak ehlullah’tan alınır. Bir mürîdin kalbinde ihlâs yoksa veya evliyâullâh’a karşı edebe mugâyir hareketleri varsa, Hak dostlarının feyz dolu derûnları bu mürîde meyletmez.

Muhabbet ise, feyzin artmasına sebeptir. Bu üç şey bir kişide ne kadar çok olursa o kadar fazla feyz almasına vesîle olur.”[54]

  • Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, meşhur “Cibrîl Hadîsi”ni şerh ederken, Cebrâil’in (a.s.) gelip Resûlullah Efendimiz’in huzûruna diz çökerek dizlerini Efendimiz’in dizlerine dayaması hâdisesinden bahsederken şöyle buyurur:

“Cebrâîl’in (a.s.) böyle oturması, âdâba muhâlif gibi görünüyorsa da, onun bu hâli şu mühim hususları tâlim etmektedir:

  1. Dînî bilgileri öğrenme hususunda utanmak doğru değildir.
  2. Üstâda gurur ve kibir yakışmaz.

Cebrâîl (a.s.) bu hâli ile ashâb-ı kirâma, herkesin, dînî meselelerini muallimlere serbestçe ve sıkılmadan sorup öğrenmesi lâzım geldiğini anlatmıştır. Zira dîni öğrenme, öğretme ve Allah Teâlâ’nın hakkını ödeme hususunda hayâ edilmez!”[55]

  • “İslâm ile şereflenen bir kişi nasıl olur da geceyi tamamen uykuya verip Allah Teâlâ’nın emânetini muhâfaza etmez?! Cenâb-ı Hakk’ın bize en mühim emânetlerinden biri, seherlerde kalkıp kıyâma durmaktır.”[56]