Devrin emirlerinden Mâlik bin el-Münzir, onu kadı olarak tayin etmek istedi. Muhammed bunu kabul etmeyince:

– Ya kadılığı kabul edersin ya da üçyüz değnek yersin, dedi. İbn Vâsî:

– Sen eğer bu dediğini yapacak ve bana üçyüz değnek vuracak olursan, sıfatın ve adın “saldırgan” olur. Beni de zillete düşürmüş olursun. Ama böyle inanıyorum ki, dünyada zillete düşmek ahirette düşmekten çok daha iyidir, diye cevap verdi ve kadılığı kabul etmedi. Bir ara hanımı da ona: “Niye kadılığı kabul etmiyorsun?” diyecek oldu, şu karşılığı aldı:

– Ben sirke ve soğana razıyım, sen halinden memnun değil misin yoksa? Çünkü dünya mansıpları tamaı artırır. Tama da cehenneme götürür.

HELAL VE TIYB

Kazancın helalden de öte “tıyb” olmasını ister, kazancın “tıyb” olmasının cesedleri de manevi kirlerden temizleyeceğini söylerdi. “Tıyb” helalin gönle sinen ve tertemiz olanıydı. Malın ancak dört yolla helal ve tıyb olabileceğini söylerdi:

  1. Helalinden ticaret,
  2. Muristen kalan miras,
  3. Müslümanlann dostça verdiği hediye,
  4. Adil devlet başkanının ganimetten ayırdığı pay.

İbn Vâsi, Allah’ın kendisine ihsan buyurduğu bir hassa sayesinde günahkarları yüzlerinden tanır fakat yüzlerine vurmazdı.

O’na göre dört şey vardı ki kalpleri katılaştırırdı:

  1. Günah üstüne günah işlemek,
  2. Kadınlarla çokça oturup kalkmak,
  3. Ahmaklarla münakaşaya girişmek
  4. Ölüler arasında bulunmak.

Sordular:

– Ölülerden maksad nedir? Şu karşılığı verdi:

– Müsrif zengin ve zalim sultanlar.

Muhammed bin Vâsi’in mescidine yakın bir yerde oturan ve halka kıssa anlatıp vaaz eden biri vardı. Bu vaiz birgün yanındakilere “Bana ne oluyor ki ürpermeyen kalpler, yaşarmayan gözler, titremeyen vücudlar görüyorum” diye çıkıştı. Muhammed bin Vâsi, bunları duyunca dayanamadı ve;

– Onları azarlamayın, biraz da kabahati kendinizde arayın. Çünkü kalpten çıkan zikir ve öğütler kalbe ulaşır, dedi.

“Tok karınla yatmayın, karnınız doymadan sofradan kalkın; çünkü bu sıfat dünya doktorlarının da ahiret yolcusu doktorların da tavsiye ettiği bir özelliktir” diye konuşurdu.

Sultanların ve zenginlerin meclisine sokulmayı ve onların bahşişlerine takılmayı züll sayardı. “Toprağa bulanıp mütevazı yaşamak, zenginlere yakın olmaktan çok daha iyidir” derdi.

Aleyhine de olsa, doğruyu söylemekten, dürüst muameleden kaçınmazdı. Eşeğini pazara çıkarmıştı. Biri yaklaştı ve:

– Bunu kendin gibi, bana tavsiye eder misin? diye sordu. O şu cevabı verdi:

– Eğer ondan kendi adıma memnun olsaydım, satmazdım.

ÖLÜM VE DÜNYA

Ölümü ve cehennemi hatırlamanın insanı dünya sevgisinden koparacağını söylerdi. Evinde misafir olduğu bir dostu:

– Evimizi nasıl buldun? diye sordu. O da:

– Eviniz hoş, cennet ondan daha hoş. Fakat cehennemi hatırlamak, hepsini unutturuyor, dedi.

Halkın arasına karışmaktan çok uzleti severdi. Bu yüzden kendisine: “Bizi Allah’a yaklaştıran bir amel öğret!” diyenlere:

– Ben ameller içinde halktan kaçmak kadar insanı Hakk’a yaklaştıran bir başkasını görmedim cevabını verirdi.

- rahmetullahi aleyh -