Peygamberimiz Medine’ye kiminle, nereye, ne zaman ve niçin hicret etmiştir? Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicreti.

Hicret, sözlükte bir yerden başka bir yere göç etme anlamına gelir. İslam takviminde (Hicri takvim) tarih başı sayılan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye göç etmesi.

  • Hicret nedir, niçin yapılmıştır?
  • Hicret kaçış mıdır ya da sıradan bir göç müdür?
  • Hicret için neden Medine seçilmiştir?
  • Peygamberimiz neden hicret etti?
  • Müslümanlar Mekke’den medine’ye neden hicret etmiştir?
  • Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye kaç yılında hicret etmiştir?
  • Peygamber Efendimiz’in Medine’ye hicreti nasıl olmuştur?
  • Peygamberimizin hicret arkadaşı kimdir?
  • Hicret sırasında meydana gelen önemli olaylar nelerdir?

Hicrete izin verilmesi ve Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicreti.

HİCRET NEDİR?

Hicret, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve diğer Müslümanların, baskılardan kurtulmak için 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmelerine verilen isimdir. Bu göçün sonucunda Medine’de, Medine Sözleşmesi ile günümüzde İslam Devleti olarak sınıflandırılan devletlerden ilki kabul edilen Medine Şehir Devleti kuruldu.

MÜSLÜMANLAR MEKKE’DEN MEDİNE’YE NEDEN HİCRET ETMİŞTİR?

İkinci Akabe Bey’ati’nden sonra müşrikler, Müslümanların sığınıp kendilerini koruyacak bir yere hicret edeceklerini öğrenince, yaptıkları eziyetleri büsbütün artırdılar. Müslümanlar bu dayanılmaz işkenceler sebebiyle Mekke’de oturamayacak hâle geldikleri için, hâllerini Peygamber Efendimiz’e arz ettiler ve hicret için izin istediler.

Allâh Resûlü, Allâh’ın izni ile Müslümanlara Medîne yollarını işâret etti ve şöyle buyurdu:

“Bundan böyle sizin hicret edeceğiniz şehrin, iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.” (Buhârî, Kefâlet, 4)

Onlara Ensâr ile, yâni Medîneli Müslüman kardeşleriyle kucaklaşmalarını emretti ve:

“Allâh Teâlâ sizin için kardeşler ve huzur bulacağınız bir diyâr lutfetti!” buyurdu.

Bundan sonra Müslümanlar, müşriklere hissettirmeden hazırlandılar, birbirlerine yardım ederek gizlice hicret etmeye başladılar.[1]

Çünkü müslümanların daha evvel hicret edip de hüsn-i kabûl gördükleri Habeşistan, cihânşümûl bir dîn için merkez olabilme şartlarını hâiz değildi. Medîne ise, hem siyâsî hem ticârî bakımdan ve daha birçok yönleriyle İslâm’a merkez olabilecek vasıfta bir şe­hirdi. Bu yüzden topyekûn hicret, o mübârek beldeye nasîb olacaktı.

Nitekim Medîne, Müslümanlar için bir barınak ve sığınak mekânı hâline geldi. Böylece Mekkeli müşriklerin de korktukları başlarına gelmiş oldu. İslâm, Mekke dışına çıkmış ve Medîne’de büyük bir îtibar kazanmıştı. Bu, müşriklerin, Hz. Peygamber’i yurdundan söküp atmak için rahatsız edip durmalarının kendileri için ne kadar büyük bir zarar ve kayıp olduğunu bir türlü anlayamamalarından kaynaklanıyordu. Hakîkaten bu, onlar için büyük bir kayıptı. Fakat göremiyor, duyamıyor, hissedemiyor, kavrayamıyorlardı.

Allâh Teâlâ, Resûlü’ne buyurdu:

“...Onlar da Sen’den sonra yurtlarında pek az kalabileceklerdir!” (el-İsrâ, 76)

Zavallı müşrikler, o anki güçlerine ve nefislerinin sultasına aldanarak müslümanları alay, istihzâ, tehdit, ambargo, şiddet ve işkence ile yıldırdıklarını sanıyor, böylece Mekke’deki nüfûzlarını muhâfaza ettiklerine inanıyorlardı. Oysa pek yakın bir zamanda nelere şâhid olacaklardı! Kendilerini mutlak ve mukadder bir mağlûbiyet ve perişanlık bekli­yordu...

Çünkü akın akın Medîne’ye giden Müslümanlar, onlardan korktukları için değil, İslâm’ın temellerini en muhkem bir şekilde inşâ etmek üzere hicret ettiklerinin şuuru içindeydiler.

HİCRET KAÇIŞ MIDIR YA DA GÖÇ MÜDÜR?

Hicret, hiçbir zaman zillet ve meskenet içerisinde çâresizce bir kaçış olarak anlaşılmamalıdır. Medîne, Muhâcirler için bir hicret yurdu, diğer mü’min kardeşleriyle birleşip toparlanarak, çıkartıldıkları topraklarda Allâh’ın dînini hâkim kılmak için yerleştikleri bir karargâhtır.

Muhâcirler, bunun için mal-mülk, akrabâ, neleri varsa Mekke’de bırakıyorlardı. Kimi gizli, kimi açıktan açığa Medîne yollarına koyuluyordu.

Hz. Ali der ki:

“Muhâcirlerden hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Hz. Ömer bundan müstesnâdır. O hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kâbe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o sırada Kâbe’nin yanında bulunuyorlardı. Hz. Ömer Kâbe’yi yedi defâ tavâf ettikten sonra onların yanına vardı ve şimdiden gelecekteki zaferlerin ilk hamlesini gösterircesine müşriklere haykırdı:

«–İşte ben de Medîne’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler arkama düşsün, şu vâdinin arkasında karşıma çıksın!»

Ancak hiç kimse O’nun ardına düşüp tâkib edemedi.” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 152-153)

MUHACİR VE ENSAR NE DEMEK, KİMLERE DENİR?

Medîneliler, Mekke’den gelen kardeşlerini kucaklayarak karşılıyor, onlara cân u gönülden yardım ediyorlardı. Bu yüzden Mekkeli Müslümanlara “Muhâcir”, Medîneli Müslümanlara ise, yardım edenler mânâsına “Ensâr” denildi.

Allâh Teâlâ buyurur:

(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara ihsân ile tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur; onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)

HİCRET NİÇİN YAPILMIŞTIR?

İslâm âlimleri, Müslümanların hicret etmelerine izin verilmesinden, şu hükümleri çıkarmışlardır:

Hicret, Hz. Peygamber’in döneminde farz idi. Onun farziyyeti kıyâmet gününe kadar bâkîdir. Mekke’nin fethi ile sona eren hicret ise, sâdece Resûlullâh devrine mahsustur.

Bir Müslümanın ezan, cemaat, oruç, namaz ve diğer İslâmî hükümleri yerine getiremediği bir yerde kalmaya devâm etmesi câiz değildir. Cenâb-ı Hakk’ın şu âyeti bu hususta delildir:

“Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara, «Ne işte idiniz?» derler. Onlar da: «Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.» derler. Melekler: «Allâh’ın arzı geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya!» derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir. Ancak gerçekten âciz ve zayıf olan, çâresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnâ.” (en-Nisâ, 97-98)

Bu âyette, Medîne’ye hicret etmeyerek müşrik bir cemiyet içinde kalanların, kendilerine zulmettikleri bildirilmektedir. Bunlar, rahatlarını, alışkanlıklarını, âilelerini, mal-mülk ve menfaatlerini dinlerine tercih ediyorlardı. Bu sebepten “Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.” şeklinde ileri sürdükleri mâzeretleri kabûl edilmemiştir.