Peygamberimiz (s.a.s.) nasıl bir ahlaka sahipti? Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in güzel ahlakı ile ilgili kısa örnekler...

Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) emsâlsiz ahlâkından misaller...

HZ. MUHAMMED’İN (S.A.S.) GÜZEL AHLAKINA ÖRNEKLER

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Şefkât ve Merhameti

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün insanlığa karşı sonsuz bir şefkat ve merhametle doluydu. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe, 128)

Her ne kadar mü’minlere şefkati daha fazla ise de Kur’ân onun bütün insanlara karşı şefkatli olduğuna şehâdet etmektedir. Kur’ân aynı zamanda onun ümmetinin de bütün insanlara, hatta düşmanlarına bile acıdıklarını beyan etmiştir:

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında «İnandık» derler; kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: «Kininizden (kahrolup) ölün!» Şüphesiz Allah kalplerin içindekileri hakkıyla bilmektedir.” (Âl-i İmrân, 119)[1]

Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sadece insanlara değil hayvanlara ve nebâtâta karşı bile sonsuz merhamet sahibiydi. Müşrikler ihânet edip anlaşmayı bozdukları ve savaşı tercih ettikleri zaman Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, on bin kişilik muhteşem ordusuyla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Arc mevkiinden hareket edip Talûb’a doğru giderken, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördü. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu hayvanların başına nöbetçi dikti. Anne köpeğin ve yavrularının İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte bulundu. (Vâkıdî, II, 804)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, birgün Ensâr’dan bir kişinin bahçesine uğramıştı. Orada bulunan bir deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medîneli bir delikanlı yaklaştı ve:

“–Bu deve benimdir ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sana lutfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)

Karnı sırtına yapışmış bir devenin yanından geçerken de:

“Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah’tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2548)

Sevâde bin Rebîʻ -radıyallâhu anh- şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:

“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp birşeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da şu tavsiyede bulundu:

«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle; hayvanlara iyi baksınlar ve yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- koyunun sütünü sağmakta olan bir şahsa rastlamıştı. Ona:

“–Ey filan! Hayvanı sağdığında yav­rusu için de süt bırak!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 196)

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- bir gün, develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sâhiplerine şöyle dedi:

“–Eğer Allâh Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyetler sebebiyle kazandığınız günahlarınızı affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«Allâh Teâlâ bu dilsiz hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir araziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsaade edin! Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 226/1978)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Affediciliği

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cezalandırmaya gücü yettiği hâlde kendisine pek çok kötülüklerde bulunan kimseleri affetmiş, hatta herhangi bir söz veya îmâ ile dahî olsa suçlarını başlarına kakmamıştır. Çünkü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- müslüman veya kâfir hiç kimsenin kötülüğünü istemez, herkese büyük bir edep ve ahlâk ile muâmele ederdi. Mekke’yi kan dökmeden fethettiği zaman, yirmi bir senedir her türlü düşmanlığı yapan insanlar, huzûrunda toplanmış hükmünü bekliyorlardı. Onlara:

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. Kureyşliler:

“–Biz senin hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen ke­rem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ben de Hz. Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi: «…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir»[2] diyorum. Haydi, gidiniz, artık serbestsiniz!” bu­yurdu. (İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)

Ve o günü “Yevmü’l-merhame: Merhamet Günü” olarak isimlendirdi…[3]

O gün, Uhud Harbi’nde amcası Hz. Hamza’yı öldüren Vahşî’yi ve ciğerini hırsla dişleyen Hind’i de affetti.[4] Kızı Hz. Zeyneb’i deveden düşürmek sûretiyle vefâtına sebep olan Hebbâr bin Esved bile bu büyük aftan istifade etmişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öyle bir incelik gösterdi ki, Hebbâr’ı affetmekle kalmadı, aynı zamanda ona hakâret edilmesini ve eski yaptıkları sebebiyle kendisine târizde bulunulmasını da yasakladı. (Vâkıdî, II, 857-858)

Mekke fethedildiğinde Ebû Cehil’in oğlu İkrime kaçmıştı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- önceden yaptığı bütün kötülükleri bir kenara bırakarak ona eman verdi ve yanına çağırdı. Hanımı peşinden koşarak Efendimiz’in dâvetini iletti ve onu Mekke’ye gelmeye iknâ etti.