Mekke’ye yaklaştıklarında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- büyük bir mucize ve muhteşem bir incelik sergileyerek ashâbına şöyle buyurdu:

“­­­–İkrime bin Ebû Cehil mü’min ve muhâcir olarak yanınıza geliyor. Artık onun babasına hakâret etmeyiniz! Zira çok kötü bir insan bile olsa ölüye hakaret etmek sadece hayatta olan yakınlarını üzer, ölüye ulaşmaz.” (Hâkim, III, 269/5055; Vâkıdî, II, 851)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- İkrime’nin geldiğini görünce sevincinden ayağa fırladı ve üç defa:

“–Merhabâ muhâcir süvârî, hoş geldin!” buyurdu. İkrime de:

“–Vallahi yâ Rasûlallah, İslâm düşmanlığı yolunda harcadığım şeylerin en az bir mislini de Allah -azze ve celle- Hazretleri’nin yolunda harcayacağım!” dedi. (Hâkim, III, 271/5059; Vâkıdî, II, 851-853; Tirmizî, İsti’zân, 34/2735)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha bunun gibi nicelerini affetti…

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Tevâzuu

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, son derece mütevâzı bir insandı. İnsanlar nezdinde en kuvvetli göründüğü Fetih Günü, huzûruna gelen ve konuşurken korkudan titremeye başlayan kişiye, imkânlarının en zayıf olduğu döneme ait bir misâli zikrederek şöyle sükûnet telkîn etti:

“–Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten Güneş’te kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!..” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30; Hâkim, III, 50/4366)

İnsanların kendisi hakkında aşırılığa kaçmasına müsaade etmez:

“Bana «Allah’ın kulu ve Rasûlü» deyiniz!” buyururdu. (Buhârî, Enbiyâ, 48)

O, peygamberliğini tasdik cümlesinin başına, bilhassa ve ısrarla “abduhû: Allah’ın kulu” kelimesini ilâve ederek, ümmetini geçmiş toplumlarda olduğu gibi insanları ilâhlaştırma tehlikesinden korumuştur. Yine bu cümleden olarak:

“Siz beni, hakkım olan derecenin üzerine yükseltmeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ beni rasûl edinmeden önce kul edinmişti” buyurmuştur. (Heysemî, IX, 21)

Ashâb-ı kirâmın bildirdiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hastaları ziyâret eder, cenâzelerde bulunur, kölelerin dâvetlerine gider, merkebe binerdi. Bineğinin terkisine insanları bindirir, yemeğini yere koyup yerdi. Kaba yünden elbise giyer, oturup koyunun sütünü sağar, misafirleriyle ilgilenir, onlara hizmet ve ikram ederdi. Bir dul hanımın, bir yoksulun, bir bîçârenin işini görmek için onunla birlikte ihtiyâcı görülünceye kadar yürümekten çekinmez ve büyüklenmezdi.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Sâdeliği

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son derece sâde ve mütevâzı bir hayat yaşardı. Hz. Âişe vâlidemiz şöyle nakleder: “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir bardak getirildi. İçinde süt ve bal vardı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

 «–Bir içecek içinde iki nimet, bir bardak içinde iki katık! Benim buna ihtiyacım yok. Ancak bunun haram olduğunu düşünmüyorum. Sadece kıyamet günü Cenâb-ı Hakk’ın dünyadaki fazlalıklardan hesaba çekmesinden korkuyorum. Allah için tevâzu gösteriyorum. Kim Allah için tevâzu gösterirse Allah onu yükseltir, kim de kibirlenirse Allah onu alçaltır. Kim iktisatlı davranırsa Allah onu zengin kılar, kim ölümü çokça hatırlarsa Allah onu sever.»” (Heysemî, X, 325)

Şifâ bint-i Abdullah -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

“Bir gün Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına vardım. Ondan bir şeyler istedim ve hâlimden şikâyet ettim. O da yanında bir şey olmadığını söyleyerek bana özür beyan etti. Ben de «Hiç bir şey vermedi» diye kendi kendime biraz söylendim. O esnâda öğle namazı vakti geldi. Oradan kızımın evine gittim. Damadım Şurahbil bin Hasene’yi evde görünce söylenmeye başladım ve kendisine:

«–Namaz vakti geldi sen hâlâ buradasın?!» dedim. O da:

«–Halacığım, beni ayıplama! İki elbisem vardı, birisini Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e ödünç olarak verdim» dedi. Bunun üzerine ben durumu anlayıp:

«–Anam babam ona fedâ olsun! Ben, istediğim şeyi vermedi diye ona kızıyorum, o ise ne hâlde!» dedim.” (Hâkim, IV, 58/6892)

Hz. Âişe vâlidemiz şöyle buyurur:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hiçbir zaman sabah kahvaltısından kalan yiyecekleri akşam için, akşam yemeğinden kalanları da sabah için saklamadı. Bir elbiseden iki adet edinmedi. Ne iki gömleği ne iki ridâsı ne iki izârı ne de iki çift ayakkabısı oldu. Evdeyken boş durduğu da hiç görülmemiştir. Ya bir yoksulun ayakkabısını tâmir ederdi veya bir kimsesizin elbisesini dikerdi.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, Beyrut 1979, I, 200)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Temizlik ve Nezâketi

Elbiselerin düzeltilmesini emreden, giyim-kuşamda pejmürdeliği hoş görmeyen Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, saç ve sakalların dağınıklığını da tasvîb etmezdi. Kendisi son derece temiz ve güzel bir insandı. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den daha güzel birini görmedim, sanki mübarek yüzünde Güneş akıp gidiyordu…” (Ahmed, II, 380, 350)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların kullandığı hiçbir kötü ve kaba sözü ağzına almaz ve şöyle buyururdu:

“Kıyâmet günü, mü’min kulun terâzisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ, çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)

Bir kimseden kendisine, hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” diye nezâket gösterirdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kadınlara Değer Vermesi

Allah ve Rasûlü’nün emirleriyle hanımlara âit bir hukuk tesis edildi. Kadın, toplumda iffet ve fazîlet timsâli oldu. Annelik müessesesi, şeref buldu. Peygamber Efendimiz’in; “Cennet (sâliha) annelerin ayakları altındadır!” hadîs-i şerîfi ile kadın, lâyık olduğu değere kavuştu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayâtı boyunca hiçbir hanımına el kaldırmadı ve hiç kimseye eliyle vurmadı. Zira Cenâb-ı Hak; “Kadınlarla iyi geçinin, onlara güzel muâmele edin!” buyurmuştu. (Nisâ, 19)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Cömertliği

Peygamber Efendimiz son derece cömert idi. Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan bin Ümeyye, müslüman olmadığı hâlde Huneyn ve Tâif gazâlarında Efendimiz’in yanında bulunmuştu. Cîrâne’de toplanan ganimet mallarını gezerken Safvan’ın buradaki sürülerin bir kısmına büyük bir hayranlık içinde baktığını gören Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Pek mi hoşuna gitti?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca:

“–Al hepsi senin olsun!” buyurdu. Safvan kendisini tutamayarak:

“–Peygamber kalbinden başka hiçbir kalb bu derece cömert olamaz!” diyerek şehâdet getirdi ve müslüman oldu. Kabilesine dönünce de:

“–Ey kavmim! (Koşun,) müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor” dedi. (Bkz. Müslim, Fedâil, 57-58; Ahmed, III, 107-108; Vâkıdî, II, 854-855)