Hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür? Ramazân-ı şerifteki en güzel hayırlardan biri nedir? Ramazan'ın son günlerini nasıl daha iyi ihya edebiliriz? Ramazan'da sadaka ve infakın fazileti ve önemi...

Bir ay boyunca ibâdet vecdiyle, gündüzleri açlığı yaşayan mü’minler; fakir ve yoksulluk sebebiyle aç kalanların hâlini idrâk ederler. Vicdanları merhamet ve şefkatle incelir ve yumuşar.

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e;

“–Hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür?” diye sorulduğunda şöyle buyurdular:

“–Ramazân-ı şerifte verilen sadaka…” (Tirmizî, Zekât, 28/663)

Bu müjdeye ermek için mübârek ecdâdımız da Ramazân-ı şerifte hayrat yarışına girmişlerdir. Bakkallara giderek, hiç tanımadıkları fukarânın borçlarını ödeyip sildirmişlerdir. Yetimlerin, öksüzlerin gözyaşlarını dindirmişlerdir.

Ramazân-ı Şerifteki En Güzel Hayır

Ramazân-ı şerifteki en güzel hayır-hasenâttan biri de iftarlardır. Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun ecri gibi -oruçlunun sevâbından hiçbir şey eksilmeden- ecir alır.” (Tirmizî, Savm, 81)

Ashâb-ı kirâmın fakirleri, bu fazîletten geri kalmak istemediler. Mahzun bir şekilde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek kendilerinin zenginler gibi oruçluyu doyuracak derecede iftar yemeği vermeye güçlerinin yetmediğini arz ettiler. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şöyle buyurdular:

“Kim bir oruçluyu bir hurma ile iftar ettirirse veya bir içecek su ile veya tadımlık bir süt ile iftar ettirirse, Allah Teâlâ, ona aynı sevâbı verir.” (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III, 191)

Yine bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm;

“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz şu cevabı verdi:

“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını tasadduk etmiş, kendinden koparıp vermiş oldu.)

Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)

Aslolan fedâkârlıktır.

Şubat ayında yaşadığımız büyük depremlerde nice kardeşimiz; evini, barkını kaybetti. Şimdi kimisi yurtlarda, kimisi konteynır evlerde, kimisi geçici mekânlarda barınıyor. Onları ve bilhassa mahzun evlâtlarını, Ramazân-ı şerif ve bayramda handân u şâdân eylemek, ne güzel bir kardeşlik vazifesidir!

Zira;

Bayramlar, îman kardeşliğinin gerçek tezâhür sahneleridir.

Bayramlar; ferdin değil, toplumun mânevî sevincidir. Bu heyecanı paylaşma, gönül iklimine girme ve bütün müslümanları gönülden kardeş hissedebilme demleridir.

Muzdaribi sevindirecek, ona ilâhî bir neşe ile sükûn bulduracak hakikî bayramı idrâk etmeliyiz.

Acaba bayramlarda; kanadı kırık kuş gibi âciz, bitkin ve neşesiz insanlara ne taşıyabiliyoruz?

Mahrum ve muzdaripleri sevindirerek sevinmenin ulvî hazzını, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in siyer-i Nebî’sinden tâlim etmeliyiz:

Beşir bin Akrabe -radıyallâhu anh- anlatır:

“Babam Akrabe, Uhud günü şehîd olunca ağlayarak Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gittim.

Bana;

«–Ey sevgilicik! Sen ne diye ağlıyorsun? Sus ağlama! Senin baban ben olsam, annen de Âişe olsa, râzı olmaz mısın?» buyurdu.