Umâre Bin Hazm, Medine’de doğup büyüdü. O günün iki büyük kabilesinden biri olan Hazrec kabilesinin Neccâroğulları boyuna mensuptur. Babası, kabilenin önde gelenlerinden, hatırı sayılır, hürmet edilir bir insandı. Annesi, Benî Sâide’den Hâlide bint Ebû Üneys’tir.
Umâre Bin Hazm radıyallahu anh, Birinci Akabe biatı’na katılan müslümanların Medine’ye döndükten sonra şehirde yaptıkları İslâmî tebliğ ve dâvet sayesinde İslâm’la şereflendi. Ertesi yıl yapılan İkinci Akabe biatı’na katıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i Medine’ye dâvet eden ve onu hayatları pahasına korumaya söz veren yetmiş beş kişilik müslüman grup arasında yer aldı.
İslâmiyet’in Medine’de yayılması için çok çalıştı. Umâre Bin Hazm radıyallahu anh, Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’in komşusu idi. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ebû Eyyûb radıyallahu anh’ın evine yerleşince bu yakınlığı vesile bildi. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in huzuruna sık sık gidip hizmet ederek yakınında bulunma bahtiyarlığını elde etti. (İbn Sa’d, III, 486)
Sevgili peygamberimizi sık sık evine davet ederdi. Birlikte huzurla yemek yerlerdi. Efendimiz’e hediyeler sunardı. Gönlündeki sevgiyi hizmetiyle ve hediyeleriyle göstermeye çalışır, hatta zaman zaman Efendimiz’le şaka bile yapardı.
Umâre Bin Hazm radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i korumayı kendisine görev edinmişti. Yahudilerden ve müşriklerden gelebilecek tehlikelere karşı bir şey sezerse kapısında nöbet tutardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz onu muhacirlerden Muhriz ibni Nadle ile kardeş ilân etti.
O, Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaş meydanlarında büyük yararlılıklar, kahramanlıklar gösterdi.
ŞAKA YAPMANIN ÖLÇÜSÜ
Şakalarıyla meşhurdu. Savaş için hendek kazılırken henüz genç bir delikanlı olan Zeyd ibni Sâbit radıyallahu anh’e yaptığı şakaya Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de şahit oldu. Olay şöyle vukû bulmuştu:
Küçük-büyük bütün müslümanlar hendek kazma işinde çalışıyordu. On beş yaşlarında bir çocuk olan Zeyd ibni Sâbit radıyallahu anh, toprak kazıp taşımaktan yorgun düştüğü için bir ara uyuyakalmıştı. Ashab-ı kiram da ona merhamet edip hendeğin kenarında uyur bir hâlde bırakarak biraz ilerlemişlerdi. Yanına varan Umâre radıyallahu anh şaka olsun diye Zeyd’in silâhlarını alıp bir kenara sakladı.
Zeyd uyanınca silâhları yanında göremedi. Heyecanla etrafı aramaya başladı. Çevresinde bulamayınca telâşlandı ve korktu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu olayı işitince Zeyd’i yanına çağırttı. Mütebessim bir yüzle ona şöyle takıldı:
“–Ey uykucu! Sen uykuya daldın, silâhların da kaybolup gitti!” buyurdu.
Peşinden ashab-ı kirama yönelerek:
“–Bu çocuğun silâhlarının nerede olduğunu bilen var mı?” diye sordu.
Umâre derhal ayağa kalktı ve:
“–Yâ Rasûlallâh, ben biliyorum, silâhlar bende” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Umâre’ye:
“–Ey Umâre!... Silâhlarını ona teslîm et!” buyurdu.
Sonra bir hayat ölçüsü olarak ashabına:
“-Şaka olarak da olsa müslümanları korkutmanın veya onların herhangi bir eşyasını alıp saklamanın doğru olmadığını” belirtti. (Vâkıdî, II, 448; Hâkim, III, 476)