Umeyr ibni Sa'd, bebek yaşta babadan yetim kaldı. Annesi, Culas İbni Suveyd adında Evs kabilesine mensup bir zenginle evlendi. Umeyr bu ailede büyüdü. Culas ona baba şefkatini aratmadı. Umeyr de onu babası gibi sevdi ve hürmet etti. Beraberce mescide gidip gelirlerdi. Annesi buna çok sevinirdi. Çocuğun gönlünün Peygamber sevgisiyle dolmasını isterdi. Küçük Umeyr o sevgiyle büyüyordu. Ergenlik çağına geldiğinde büyük bir imtihanla karşı karşıya geldi. Şöyle ki:
Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz hicretin dokuzuncu yılında Bizanslılarla savaşmak üzere müslümanların hazırlanmasını emretti. Tebük Seferine çıkılacaktı. Mevsim yaz. Sıcaklar artmış, meyveler olgunlaşmıştı. Nefislere zor gelen, mü'min ve münafığın birbirinden ayırt edileceği bir zamandı. Mü'minler sefer hazırlıkları için infak yarışına başlamıştı. Allah ve Rasûlü yoluna bütün mallarını veriyorlardı. Münâfıklar da azim ve gayretleri kırmaya, özel oturumlarında İki Cihan Güneşi Efendimiz'in aleyhinde konuşmaya ve şüpheler doğurmaya çalışıyorlardı.
ASHABIN HAYIRDA YARIŞI
Umeyr İbni Sa'd küçüktü ama mescidden ayrılmazdı. Mü'minlerin hayırda nasıl yarıştıklarını görüyordu. Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali (r. anhüm) Efendilerimizin evlerinde ne var ne yok getirip Rasûlullah (s.a.)'in önüne koyduklarını gördü. Abdurrahman İbni Avf (r.a.)'ın omuzunda bir çuvalla altınları getirip huzura koyduğunu, Muhacir ve Ensar kadınlarının ziynetlerini çıkartıp Efendimize verdiklerine şâhid oldu.
O küçüktü ama ufku genişti. Düşünen bir gençti. Bu infak yarışında babalığı Culas'ı görememenin üzüntüsü içinde evine döndü. Bunca zenginliğine rağmen ondan ses çıkmamasına bir mana veremiyordu. Onun hâmiyyet damarlarının harekete geçmesi için mescidde gördüğü, duyduğu haberleri anlatmaya başladı. Gözleri yaşartan o nâdide sahneleri bir bir nakletti. Bütün ashâb-ı kiramın yarış halinde olduğunu, şartların zorluğuna rağmen onların şehidlik özlemiyle sefere katılmak için müracaat ettiklerini, fakat Rasulullah (s.a.)'in bunlara cevap veremediğini bildirdi. Zira binilecek hayvan sayısı azdı. Culas bunları dinledi ve sonunda Umeyr'in aklını başından giderecek şu cümleyi söyledi: "Eğer Muhammed'in sözleri doğru ise biz eşeklerden daha kötü olalım."
Umeyr can evinden yıkılmıştı. Nasıl olurdu bu? O güne kadar imanlı bildiği baba yerine sevdiği kimse bir sözüyle imanından olurdu? Ne yapmalı, nasıl davranmalıydı? Düşünüp taşındı ve samimi bir şekilde Culas'a bu sözünü Resûl-i Ekrem (s.a.)'e bildireceğini söyledi. Derhal mescide gitti ve Culas'dan duyduklarını Efendimize anlattı. İki Cihan Güneşi Efendimiz Umeyr'i yanında alıkoydu. Mescide gelmesi için haber gönderdi. O da hemen geldi. Efendimiz ona: "Umeyr'in senden duyduğu söz nedir?" dedi ve anlattıklarını tekrar etti. Culas: "O benim hakkımda yalan söyleyip iftira atmış." dedi. Kendi fâsıklığını, nifakını gizledi. Küçük Umeyr ikilemde kaldı. Nasıl bir davranıştı bu anlayamadı. Çocuk haliyle ancak ağlamağa başladı. Fakat sadakati tamdı. Gözyaşları içerisinde dua etti. "Ya Rabbi! Peygamberin Muhammed (s.a.)'e, doğruyu ve yalancıyı belli edecek bir âyet indir" diyerek Allah Teâlâ'ya yalvardı. Bu arada Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizi sekînet hali kapladı. Bir müddet sonra kendine geldi ve nazil olanı vahyi bildirdi. Culas korkudan ne diyeceğini bilemedi ve: "Ya Rasûlallah! Tevbe ediyorum" diyerek hatasının bağışlanmasını istedi. Nâzil olan ayetin meâli şöyle idi:
"Onlar, kötü bir şey söylemedik diyerek Allah'a yemin ederler. Onlar o küfür kelimesini kesinlikle söylediler. İslâm'a girdikten sonra yine kâfirlik ettiler. Ve o başaramadıkları cinâyeti tasarladılar. Halbuki intikam almaları için Allah'ın, Resûlü ile onları lûtfundan zenginleştirmiş olmasından başka bir sebeb yoktu. Eğer tevbe ederlerse haklarında hayırlı olur. Yok yanaşmazlarsa Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azaba uğratır. Yeryüzünde onları koruyacak veya onlara yardım edecek bir kimse de bulunmaz." (Tevbe sûresi: 74)
Umeyr'in gözleri bu sefer sevinç gözyaşlarıyla ıslandı. İki Cihan Güneşi Efendimiz mübarek eliyle onun kulağını tuttu ve: "Çocuk! Kulağın duyduğunu tam duymuş. Rabbin seni doğruladı" buyurdu.
YETİMLİKTEN VALİLİĞE
O, çocuk yaşta Rasulullah'a tam teslim olmuştu. Onun sevgisini geçici sevgilere değişmemişti. İman konusunda titizdi. Dininde samimiydi. Gençliği de böyle geçti. Ömrünü bu aşk ve ihlasla, Allah ve Resulü yoluna dünyalık her şeyini, hatta canını verebilecek bir iman vecdi içinde geçirdi. Hz. Ömer (r.a.) devrinde Humus'a vali tayin edildi. Humus halkını toplayıp bir hitabede bulundu. İslâm'ın şaşmaz ölçülerini, pörsümez prensiblerini şöyle duyurdu:
"Ey cemaat! Şüphesiz İslâm, muhkem bir kale ve metin bir kapıdır. İslâm'ın kalesi adalet, kapısı ise haktır. Kale yıkılıp kapı kırıldığı zaman bu dinin yurdu harap edilir. Sultan sert olduğu sürece, İslâm daima kalacaktır. Sultanın sertliği kamçıyla vurmak, kılıçla öldürmek değildir. Ancak adaletle hükmetmek ve hakkı yerine getirmektir."
Umeyr İbni Sa'd (r.a.) Humus'ta bir yıl kaldı. Halifenin emri üzerine Medine'ye döndü. Hz. Ömer (r.a.) onu tekrar Humus'a göndermek istediyse de o ailesinin bulunduğu köye gitmek üzere izin istedi. Halifenin izniyle gitti. Bir müddet sonra Hz. Ömer (r.a.) ona misâfir gönderdi. Üç gün yanında kalan misâfirine her gece bir arpa ekmeği ikram edebildi. Dünyalık olarak bir şey biriktirmemişti. Valilik onu değiştirmemişti. Halife'nin gönderdiği dinarları dahî almak istemedi. Fakat ailesinin ısrarı üzerine aldı. Ertesi gün yine kendine harcamadı. Çevresinde daha muhtaç durumda olanları buldu ve onlara dağıttı.
İşte iman nuruyla kalbleri parlayan yiğitler!.. Yıldız insanlar!.. İhtiyaçları olsa bile kardeşini kendine tercih edenler!.. Mal ve çocukların fayda vermediği o güne hazırlananlar!.. O dehşetli günde faydalanmak üzere infak edenler, dağıtanlar... O gün biçmek için ekenler!.
Umeyr İbni Sa'd (r.a.) Hz. Ömer (r.a.) devrinde vefat etti. Ahirete, dünyalık bir şey bırakmadan göçtü. Cenab-ı Hakk'tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.