“–Âyette zikredilenler, zinâ, hırsızlık ve içki gibi haramları işleyenler midir?” diye sormuştum. O da:
“–Hayır ey Sıddîk’ın kızı! Âyette anlatılmak istenenler, namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve sadaka verdiği hâlde, bu ibâdetlerinin kabûl olup olmama endişesiyle korkanlardır.” buyurdu. (Tirmizî, Tefsîr, 23/3175; İbn-i Mâce, Zühd, 20)
Müslüman, amellerine ve yaptığı iyiliklere güvenmemelidir. Allâh’ın rahmetine sığınmaktan başka bir çıkar yol yoktur.
- Süheyl bin Amr’ın Hutbesi
Süheyl bin Amr, Kureyşlilerin hatîbi idi. Sözün ziyâdesiyle tesirli olduğu bir devirde, devamlı İslâm aleyhine konuşurdu. Bu zât Bedir Gazvesi’nde esir alındı. Hazret-i Ömer:
“–Yâ Rasûlâllah! Müsâade buyur, Süheyl’in ön dişlerini sökeyim de dili dışarı sarksın! Bundan sonra hiçbir zaman ve hiçbir yerde Sen’in aleyhinde hutbe îrâd edemesin.” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bırak onu ey Ömer! Ben, onun uzuvlarına böyle bir zarar veremem. Şâyet bunu yapacak olursam, peygamber olmama rağmen, Allâh da aynısını bana yapar. Acele etme, gün gelir o, senin medhedip hoşlanacağın bir makamda konuşma yapar ve seni sevindirir.” buyurdu. (İbn-i Hişâm, II, 293)
Peygamber Efendimiz bu davranışıyla, dâimâ Allah’tan korkup, O’nun gazabını celbedecek bir davranışta bulunmaktan son derece sakınmak gerektiğini tâlîm etmiş oldu.
Nitekim Allah Rasûlü’nün vefâtından sonra, insanlar arasında irtidat hareketlerinin başgösterdiği bir hengâmede, Süheyl bin Amr -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nün haber verdiği o medhe şâyan konuşmasını yapmıştır. Ezcümle şöyle diyordu:
“…Vallâhi, ben iyi biliyorum ki bu dîn, güneşle ayın doğuşu ve batışı devâm ettikçe, dipdiri ayakta kalacaktır…”
Süheyl bin Amr -radıyallâhu anh-, hutbesini bitirdiğinde halk teskin oldu. Ömer -radıyallâhu anh-, Hazret-i Süheyl’in bu konuşmasını işittiğinde, Allah Rasûlü’nün sözünü hatırladı ve:
“–Sen’in, Allâh’ın Rasûlü olduğuna bir kez daha şehâdet ederim (yâ Rasûlâllah)!” demekten kendini alamadı. (İbn-i Hişâm, IV, 346; Vâkıdî, I, 107; Belâzurî, I, 303-304; İbn-i Abdilberr, II, 669-671; Hâkim, III, 318/5228)
- Peygamber Efendimizi Sevindiren Hava Durumu
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın naklettiğine göre, havanın aşırı rüzgarlı olduğu anlarda veya gökyüzünde siyah bir bulut görüldüğünde, Peygamber Efendimiz’in yüzünün rengi değişir, bâzen o buluta karşı durur bakar, bâzen geri döner, eve girer çıkardı. Yağmur yağdığında ise sevinirdi. Bu tavırlarının sebebi sorulduğunda, Âd Kavmi’ne gelen azâbın kendi ümmetinin başına gelmesinden endişe ettiğini söylerdi. (Müslim, İstiskâ, 14-16)
Efendimiz’in ümmetine olan merhameti, bir anne-babanın evlâdına duyduğu merhametten daha ziyâdedir. Cenâb-ı Hak bunu şöyle haber verir:
“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
Allah Rasûlü, hiçbir beşerin kendisi kadar korkutulmadığını, ezâ ve meşakkat görmediğini, açlığa mâruz kalmadığını beyân etmiştir.[4] Bu meşakkatler, Allâh’ın kullarını Allâh’ın yoluna döndürme uğruna çekilmişti. Peygamber Efendimiz bundan aslâ şikâyetçi değildi. O’na göre bir tek insanın kurtarılması bile, üzerine Güneş’in doğup battığı her şeyden daha üstündü. Tâif’te taşlanmış, ayakları kan revân içinde kalmıştı, lâkin bir kölenin hidâyete ermesi, Allah Rasûlü’nün gönlünü ferahlatmıştı.
- Kim Bir Kötülük Yaparsa...
Ebûbekir Sıddîk -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:
“Ben Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında iken O’na şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
«Kim bir kötülük yaparsa cezâsını görür ve Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir.» (en-Nisâ, 123)
Peygamber Efendimiz:
«–Ey Ebûbekir! Bana indirilen bir âyeti sana okutayım mı?» buyurdu. Ben:
«–Tabiî ki yâ Rasûlâllah!» dedim.
Bana bu âyeti okuttu. Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve öylece kasılıp kaldım. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-:
«–Neyin var, ne oldu ey Ebûbekir?» diye sordu.
«–Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Hangimiz kötülük işlemez ki? Şimdi biz işlediklerimiz yüzünden muhakkak cezâlandırılacak mıyız?» diye üzüntümü ifâde ettim.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu îzahta bulundu:
«–Ebûbekir! Sen ve mü’minler, hatâlarınız sebebiyle dünyâda (bâzı sıkıntı ve meşakkatlere uğratılarak) cezâlandırılırsınız. Öyle ki sonunda Allâh’a günahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezâları kıyâmet günü verilir.»” (Tirmizî, Tefsîr, 4/3039)
- Hz. Ebubekir’in Allah Korkusu
Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın Allâh korkusunu aksettiren şu misal ne kadar ibretlidir:
Ebûbekir -radıyallâhu anh- berrak bir havada dışarı çıkmıştı. Semâya bakıyor, Allah Teâlâ’nın kullarına ibret için sergilediği bin bir türlü kudret akışlarını seyrediyordu. Gözü bir kuşa takıldı. Ağacın dalına konmuş, güzel sesiyle tatlı tatlı ötüyordu. Hazret-i Ebûbekir içini çekti. Gıpta ve hasretle kuşa şöyle seslendi:
“–Ne mutlu sana ey kuş! Vallâhi ben de senin gibi olmak isterdim. Ağacın üzerine konuyorsun, meyvelerinden yiyorsun, sonra da uçup gidiyorsun. Ne hesap var ne de azap!
Vallâhi Rabbimin huzûrunda hesâba çekilecek bir insan olmaktansa, yolun kenarında bir ağaç olmayı, bir devenin gelip beni ağzına alarak ezmesini ve yiyip yutmasını ne kadar isterdim!” (İbn-i Ebî Şeybe, VIII, 144)
- Hz. Ebubekir’in Tefekkürü
Yine Ebûbekir -radıyallâhu anh- bir gün kıyâmeti, mîzânı, Cennet’i, Cehennem’i, meleklerin saf saf dizilmesini, göklerin dürülmesini, dağların savrulmasını, güneşin dürülmesini, yıldızların saçılmasını hatırladı, bunlar üzerinde tefekküre daldı. Sonra da Allâh korkusuyla:
“–İsterdim ki, şu yeşillikler gibi bir yeşillik olaydım ve bir hayvan gelip beni yeseydi de yok olup gitseydim.” dedi. Bunun üzerine:
“Rabbinin mâkamında durup hesap vermekten korkan kimseye iki Cennet vardır.” (er-Rahmân, 46) âyet-i kerîmesi nâzil oldu. (Süyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, II, 146; Âlûsî, XXVII, 117)
Ashâb-ı kirâm, Cenâb-ı Hakk’ın:
“Ey îmân edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) îkâzını hiçbir zaman akıllarından çıkarmıyor ve hep bu duygular içinde yaşıyorlardı.
- Hz. Ebubekir’in Zekat Taksimi
Ebûbekir -radıyallâhu anh- bir cuma günü çıkıp insanlara:
“–Yarın toplanın da zekât develerini taksîm edelim; ancak hiç kimse izin almaksızın huzûrumuza girmesin!” dedi.
Ertesi gün, bir kadın kocasının eline bir yular vererek:
“–Şunu al git; kim bilir, belki Allah Teâlâ bize bir deve nasîb eder.” dedi. Adam elinde yularla develerin dağıtıldığı yere varınca Hazret-i Ebûbekir ile Hazret-i Ömer’i zekât develerinin bulunduğu ağılda buldu ve izin almaksızın yanlarına vardı.